Allah Tealâ buyurmuştur: "Evlere
girdiğiniz zaman, Allah katında mübarek olan, Hoş olan bir sağlık dileyişi ile
kendinizden olanlara (mü'min-Iere) selâm verin" buyurmuştur[1]
Yine Allah
Tealâ
"Bir selâmla selâmlandığımz zaman,
ondan daha güzeli ile mukabele edin, yahut aynen karşılığını verin."[2]
buyurmuştur.
Yine Allah
Tealâ:
"Kendi evlerinizden başka evlere
sahihlerinden izin istemedikçe ve onlara selâm vermedikçe girmeyiniz"
buyurmuştur.[3]
"Sizin çocuklarınız bulûğ çağına
erince, onlardan önceki büyük kardeşleri izin istedikleri gibi izin istesinler
(de odalarınıza girsinler)" buyurmuştur.[4]
Yine Allah Tealâ:
"(Ey Peygamber!) Kendilerine
ikramda bulunulan İbrahim'in müsa-firlerinin haberi sana geldi mi? Hani onlar
İbrahim'in yanma girmişlerdi de selâm vermişlerdi. İbrahim de selâm ile mukabele
etmişti" buyurmuştur.[5]
Bil ki, selâmın asli kitab, sünnet
ve icmâ ile sabittir. Selâmın münferid olarak meseleleri bir araya toplanmayacak
kadar çoktur. Ben İnşa Allah az bölümler içinde selâmın maksadlarını
özetleyeceğim. Esası gözetmek, hakka isabet etmek, hidayet ve başarı ancak
Allah'ın yardımı iledir.
Selamın Fazileti Ve Selamı Yaymanın
Emredildiği
612- Abdullah
İbni Amr İbni'l-As'dan (Radıyallahu Anhüma) rivayet edildiğine göre, "Bir adam
Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e sordu: İslâmin hangi işi sevab
bakımından daha faziletlidir? Peygamber (s.a.v): Yemek yedirirsin, tanıdığına ve
tanımadığına selam verirsin, buyurdu."[6]
613- Yine Ebû
Hüreyre'den (Radıyallahu Anh), o da Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den
anlatarak dedi ki, Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu: "Aziz ve yüce olan Allah
(ilk peygamber) Âdem'i Kâmil insan şeklinde yarattı. Boyu altmış arşındı. Allah
onu yaratınca, (kendisine) dedi: Git, şu oturmakta olan melekler toplululuğuna
selâm ver de, sana nasıl karşılık vereceklerini dinle. Çünkü onların vereceği
selâm karşılığı, hem senin, hem de gelecek evladlarının selâma cevab verme
şeklidir. Âdem (o meleklere) Esselâmu Aleykum, dedi. Onlar da (karşılık olarak:
Esselâmu Aleyke ve rahmetullahi, dediler. Böylece selâma "Ve rahmetullahi"
sözünü eklediler"[7]
614- Berâ' İbni
Âzib'den (Radıyallahu Anhüma) yapılan rivayette o şöyle demiştir: "Resûlüllah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem bize yedi şeyi emretti: Hastayı ziyaret etmeyi,
(define kadar) cenazeleri takib etmeyi, Aksırana (ve Elhamdü Hilali diyene
teşmit yapmayı) Yerkamukellâh demeyi, zayıf kimseye yardım etmeyi, haksızlığa
uğrayanın hakkını korumayı, selâmı yaymayı ve yeminde sadık kalmayı..."[8]
615- Ebû
Hüreyre'den (Radıyallahu Anh) yapılan rivayetde demiştir ki, Resûlüllah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
"İman etmedikçe Cennet'e
giremezsiniz.Birbirinizi sevmedikçe de îman etmiş olmazsınız.Size bir şey
göstereyim mi ki, onu yaptığınız zaman birbirinizi sevmiş olasınız? Selâmı
aranızda yayın. "[9]
616- Abdullah
îbni Selâm'dan (Radıyallahu Anh) yapılan rivayetde o demiştir ki, Resûlüllah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurduğunu işittim: "Ey insanlar! Selâmı
yayın, yemek yedirin akrabaya iyilik yapın (onlarla ilgiyi kesmeyin) ve insanlar
uyurken namaz kılın: böylece selâmetle cennete girersiniz."[10]
617- Ebû
ümâme'den (Radıyallahu Anh) rivayetimizde şöyle demiştir: "Peygamberimiz
Sallallahu Aleyhi ve Sellem selâmı yaymamızı bize emretti."[11]
618- İshak İbni
Abdullah İbni Ebû Talhâ'dan rivayet edilmiştir ki, Tufeyl İbni Ubeyy İbni Kâ'b
İshak'a anlatmıştır. (Tabi'inden olan Tufeyl, yine Tabi'inden İshak'a bildiriyor
ki,) kendisi (Ashabdan) Abdullah İbni Ömer'e gider ve onunla sabahleyin çarşıya
çıkardı. Der ki, biz sabahleyin çarşıya girdiğimiz zaman, Abdullah bizimle
uğradığı her eskiciye, her esnafa, her miskine ve her kese muhakkak selâm
verirdi. Tufeyl demiştir: Bir gün Abdullah İbni Ömer'e vardım. Beni arkasında
yürüterek çarşıya götürdü. Ben ona dedim: Çarşıda ne yapıyorsun? Ahş-verişe
durmuyorsun, eşya sormuyorsun, eşya satınalmıyorsun, çarşı meclislerinde de
otur-muyorsun? Dedi ki, burada oturup konuşalım. Sonra İbni Ömer bana dedi: Ey
göbekli, (Tufeyl göbekli olduğu için ona böyle hitab etmiştir.) biz sadece selâm
için çarşıya çıkıyoruz. Her karşılaştığımız kimseye selâm veriyoruz.[12]
619- Buhârî'nin
sahihinde kendisinden yapılan rivayetde demiştir: Am-mar (Radıyallahu Anh) şöyle
söyledi: "Üç şey vardır ki, onları toplayan kimse imanı bütünlemiştir: Kendi
nefsinde adalet yapmak, insanlara selâmı yaymak ve kıtlık halinde iken yedirip
harcamak."[13]
Biz bu hadisi Buhârî'den başka
kitablarda Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e yükseltilmiş olarak rivayet
ettik.
Derim ki, bu üç cümlede âhiret ve
dünyanın bütün hayırları toplanmış bulunmaktadır. Çünkü adalet, Allah'ın bütün
haklarını yerine getirmeyi ve Allah'ın emrini yapmayı, yasakladığı şeylerden
kaçınmayı, insanlara haklarını vermeyi gerektirir. Aynı zamanda haklı olmayan
şeyi de istemez. İnsan kendi nefsine de adalet yapmakla onu hiç bir zaman
çirkin şeye düşürmez.
Âleme selâmı yaymak demek, bütün
(mü'min olan) insanlara selâm vermektir. İnsan böylece hiç kimseye üstünlük
taslamış olmaz ve kendisi ile başka bir kimse arasında selâm vermeyi
engelleyecek bir kırgınlık sebebi
bulunmaz.
Darlık halinde harcamaya gelince,
bu da Allah Tealâya itimadın kemalini ve O'na tevekkülü, müslümanlara şefkati
ve başka iyi hasletleri gerektirir. Bu güzel hallerin hepsine bizi muvaffak
kılmasını Kerim olan Allah Tealâdan dileriz.
Selamın
Şekli
Bil kî, selâm vermede en faziletli
olan, müslümanın şöyle demesidir:
"Esselâmu ahyküm ve
rahmetli'I-Hahi ve berekâtühû"
"Allah'ın selâmeti, rahmeti ve
bereketleri üzerinize olsun." Kendisine selâm verilen bir kişi de olsa, böyle
çoğul zamiri ile hitab edilir. Karşılık veren de:
"Ve aleykümü's-selâmu ve
rahmetuüâhi ve berekâtühû" der ve: "VE ALEYKÜM" atıf vavını
getirir.
İlk selâm verenin "Esseiâmu
Aleyküm ve Rahmettullahi ve Berekâtühû" demesinin en faziletli olduğunu
söyleyen, Kadılar kadısı İmam Ebu'l-hasan el-Maverdi'dir. Bunu "el-Havi" adlı
kitabının Siyer bölümünde söylenmiştir. Yine âlimlerimizden imam Ebû Sa'd
El-Mütevelli" Cuma namazı" ve diğer bölümlerde bunu
söyler.
Bunun delili, Darimî'nin
Müsnedinde ve Ebu Dâvud ile Tirmizî'nin Sünenlerinde rivayet ettiğimiz
hadislerdir.
620- îmrân İbni
Husayn'den (Radiyallahu Anhüma) rivayet edildiğine göre, İmrân şöyle
anlatmıştır: "Bir adam Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e gelip şöyle dedi:
Esseiâmu Aleyküm. Peygamber de onun selâmını aldı. Sonra adam oturdu. Peygamber
Sallallahu Aleyhi ve Sellem (bu selâm için) on sevab var, dedi. Sonra başka bir
adam gelip: Esseiâmu Aleyküm ve Rahmetullah, dedi. Peygamber de onun selâmını
(aynen) cevapladı. Sonra adam oturdu. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v): (Bunun
selâmı için) yirmi sevab vardır, dedi. Sonra başka biri gelip: Esseiâmu Aleyküm
ve Rahmetullahi ve Berekâtühû, dedi. Peygamber onun da selâmını (aynen)
cevabladı. Adam oturdu. Peygamber (s.a.v): (Buna) otuz sevab vardır, buyurdu."[14]
Tirmizî demiştir ki, bu hadis
hasendir. Ebû Davud'un Muaz İbni Enes'-den (Radıyallahu Anh) bir rivayetinde bu
ifade üzerine ziyade vardır. Ravi dedi ki: "sonra (dördüncü olarak) başkası
gelip: Esseiâmu Aleyküm ve Rahmetullahi ve Berekâtühû ve Mağfiretühu, dedi.
Bunun üzerine Peygamber buyurdu: Buna Kırk (sevab) vardır. Sonra dedi:
Faziletler bu şekilde olur."
621- Zayıf bir
isnadla Enes'den (Radıyallahu Anhu) yapılan rivayetde o şöyle dedi: "Peygamber
Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in eshâbının hayvanlarını güden bir adam v ardı.
Peygambere uğrayıp Esseiâmu Aleyke Yâ Resûlellahi, derdi. Peygamber Sallallahu
Aleyhi ve Sellem de ona şöyle cevab verirdi: Ve Aleykesselâmu ve Rahmetullahi ve
Berekâtühû ve Rıd-vânühu. (Ve sanada selâm. Allah'ın rahmeti, bereketlen,
mağfiretine rızâsı olsun). (Peygambere) soruldu: Ey Allah'ın Resulü! Sen bu
adama . öyle bir selâm veriyorsun ki, ashabından hiç kimseye o selâmı
vermiyorsun? Peygamber buyurdu: Bu kimse on küsur kimsenin hizmetini
başarmaktadır. Ben bunu ne diye yapmayayım?"[15]
Âlimlerimiz demiştir: İlk selâm
veren "Esseiâmu Aleyküm" derse, selâm vermiş sayılır. Eğer, "Esseiâmu Aleyke"
derse yine selâm tamam olur. Cevap vermeye gelince: Bunun en azı "ve
aleykesseîâmu" yahut "Ve Aleykümüsselâmu" sözüdür. Eğer bu sözden "ve"
kaldırılır da "Aleyükümsselâm" denilirse kifayet eder; ve cevab sayılır. Allah
kendisine rahmet etsin bizim Şafi'i İmamızın tesbit ettiği meşhur ve sahih
görüşü budur. Âlimlerimizin çoğunluğu da bu hükme
varmışlardır
Ancak âlimlerimizden Ebû Sa'd
El-Mütevellî "ETTETÜMME" adlı kitabında bunun kâfi gelmediğini ve selâm için de
cevab olmadığını kesinlikle söylemişse de bu söz zayıftır yahut yanlıştır. Bu
hüküm kitaba Sünnete ve Şafi'i imamımızın hükmüne
aykırıdır.
Kitabdan (Kur'an'dan),delile
gelince, Allah Tealâ buyurmuştur: (Melekler, İbrahim'e) Selâm dediler.
(İbrahim'de) Selâm dedi.[16]
Bu, her ne kadar bizden öncekilerin şeriatı ise de, bizim şeriatımızda da bu
sabit olmuştur. O da, daha önce yazmış olduğumuz Ebû Hüreyre'nin hadisidir ki,
orada meleklerin Âdem Aleyhisselama böyle kısa cevabları vardır. Çünkü
Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem bize haber veriyor ki; "Allah Tealâ
(Âdem'e hitaben) buyurdu: Bu hem senin selâm şeklindir, hem de zürriyetinin
(gelecek evladlarının) selâmıdır." Bu ümmet de Âdem'in zür-riyetine dahildir. En
iyisini Allah bilir.
Âlimlerimiz ittifak etmişlerdir
ki, bir kimse selâma cevab olarak sadece "Aleyküm" derse, cevab olmaz. Eğer
"ve" ile beraber,"Ve Aleyküm" denirse cevab olur mu? Burada alimlerimizin iki
görüşü vardır: İlk selâm veren eğer "Selâmun Aleyküm" yahut "Esselâmu Aleyküm"
derse, iki şekilde de cevab verenin: "Selâmün Aleyküm" yahut "Esselâmu Aleyküm"
demesi yeterlidir. Çünkü Cenabı Allah buyurmuştur: "(Melekler) Selâm, dediler.
(İbrahim de) Selâm, dedi."
Âlimlerimizden İmam Ebû'l-Hasan
El-Vahidî demiştir ki, insan selâmı marife (El eki) ile ve nekire ile (EI'siz)
söylemekte serbesttir. Fakat elif ve lâl (El) ile söylemek daha
iyidir.
622- Enes'den
(Radıyallahu Anh) rivayet edildiğine göre, o Peygamber Sallallahu Aleyhi ve
Sellem'den şöyle nakletmiştir: "Peygamber bir söz söylediği zaman, kendi sözü
anlaşılsın diye, onu üç defa tekrarlardı. Bir topluma varıp da selâm verince, üç
kez selâm verirdi."[17]
Derim ki: Eğer toplum kalabalık
ise, böyle selâm vermiş olduğuna hadisi yorumlamak gerekir. Bu meselenin
açıklaması ve "EL Havî" kitabının sahibi olan El-Maverdi'nin sözü, inşa Allahu
Tealâ ileride gelecektir.
Selâm vermiş ve Sünnet olan selâmı
yerine getirmiş olmanın en azı, selâm verilene sesini duyuracak kadar sesi
yükseltmektir. Eğer selâm verilen adama selâm duyurulamazsa, selâm söylemiş
olmaz. Buna cevab vermek vacib olmaz. Selâma cevab vermenin farziyetini
düşürecek sözün en azı, selâm verene duyuracak şekilde ona cevab vermektir. Eğer
ona işit-tirmezse, cevab vermenin farziyeti kendisinden düşmez. Bunları
Mütevelli ve diğer âlimler söylemiştir.
Ben derim ki, müstahab olan, selâm
verilene veya selâm verilenlere açık bir şekilde selâmı duyurmaktır. Selâmı
duymalarında şübhe edilirse, ihtiyatlı davramlarak daha ziyade seslenilir.
Ancak uyumakta olanların yanındaki ayık insanlara selâm verilince, sünnet olan
sadece uyumayanlara duyuracak ve uyuyanları uyandırmayacak şekilde sesi
alçaltmaktır.
623- Mikdad'm
(Radıyallahu Anh) uzunca anlattığı hadisinde, o şöyle demiştir: "Biz, Peygamber
Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e sütten nasibini ikram ederdik. Geceleyin gelirdi
ve selâm verirdi. Uyuyanı uyandırmazdı, uyanık olanlara işittirirdi. Bana uyku
gelmemeğe başladı. İki arkadı-şım ise uyumuşlardı. Sonra Peygamber Sallallahu
Aleyhi ve Sellem gelip önce olduğu gibi selâm verdi."[18]
En iyisini Allah bilir.
Alimlerimizden İmam Ebû Muhammed
El-Kadî Hüseyin ve İmam Ebû'l Hasan El-Vahidî ve bunlardan başkası demiştir:
Selâma hemen cevab vermek şarttır. Eğer geciktirerek cevab verilirse bu cevab
sayılmaz. Cevabı terk ettiğinden de günahkâr olur.
Söz Söylemeksizin El İle İşaret Sureti
İle Selâm Vermenin Mekruhluğu
624- Amr İbni
Şuayb'dan, o babasından, babası da dedesinden, o da Peygamber Sallallahu Aleyhi
ve Sellemden şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Bizden başkasına özenip
benzemek isteyen bizden değildir. Ne Yahudilere, ne de Hıristiyanlara kendinizi
benzetin. Çünkü Yahudi'lerin selâm vermesi, parmaklarla işarettir.
Hıristiyanların selâm vermesi de, el ile işarettir."[19]
Ben derim ki, Tirmizî'nin kitabında rivayet ettiğimiz şu
hadis:
625- Esma binti
Yezid'den rivayet edilmiştir: "Bir gün Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem
Mescid'e uğradı. Kadınlardan bir takımları oturuyorlardı. Peygamber elile işaret
edip selâm verdi." Tirmizî bu hadis ha-sendir demiştir. İşte burada Peygamber
Sallallahu Aleyhi ve Sellem selâm sözü ile el işaretini bir arada yapmıştır,
şeklinde hadis yorumlanır. Buna da Ebû Davud'un rivayet ettiğii şu hadis delil
olur. Rivayetinde demiştir: "Peygamber bize selâm verdi." Bundan el işaretinden
başka selam sözünün bulunduğu manası çıkar.
Selâmın
Hükmü
Bil ki, selâm ile söze başlamak
sünnettir, müstahabdır, vacib değildir. Selâm kifayet üzere sünnettir. Bir
topluluk içinden bir kişinin selâm vermesi yeterlidir. Fakat hepsinin selâm
vermesi daha faziletli olur.
Büyük imamlarımızdan El-Kadî
Hüseyin Siyer kitabındaki ifadesinde şöyle demiştir: Bizim mezhebimizde kifaye
üzere sünnet ancak bu selâm meselesidir. Ben derim ki, Kadı'nın yalnız buna
sünneti kifayeyi bağlaması, kabul edilir bir söz değildir. Çünkü âlimlerimiz
(Allah onlara rahmet etsin) demişlerdir: Aksırana teşmit yapmak (Yerkamükellah,
demek) kifaye üzere sünnettir. Nitekim bunun açıklaması înşa Allah yakında
gelecektir. Yine âlimlerimizin çoğu, hatta hepsi demişlerdir.: (Şafi'i
mezhebine göre) kurban kesmek, bir ev halkının hepsi hakkında kifaye üzere
sünnettir. Bunlardan biri kurban keserse, hepsi için esas ve sünnet yerine
gelmiş olur.
Selâma karşılık vermeye gelince:
Selâm verilen kimse bir kişi ise, cevap vermek onda kararlaşmış olur. (Cevap ona
farz olur.) Eğer kendilerine selam verilenler bir cemaat ise, selâma cevab
vermek bunlara kifaye üzere farz olur. İçlerinden yalnız bir kişi selâma
karşılık verirse, diğerlerinden günah düşer. Eğer cevab vermeyi hepsi terk
ederlerse, günahkâr olurlar. Alimlerimiz böyle söylemişlerdir. Bu açık ve güzel
sözdür. Âlimlerimiz ittifak etmişlerdir ki, kendilerine selâm verilenler
dışında bir kişi selâma cevab verirse onlardan cevab verme sorumluluğu düşmez,
cevab vermeleri vacib olur. Yabancı olan o kimsenin selâma cevab vermesiyle
yeti-nirlerse günahkâr olurlar.
626- Hazreti
Ali'den (Radıyallahu Anh) yapılan rivayetde, o Peygamber Sallallahu Aleyhi ve
Sellem'in şöyle buyurduğunu anlatmıştır: "Cemaat halinde olan insanlar bir yere
uğradıkları zaman içlerinden birinin selâm vermesi onlar için yeterlidir.
Oturanlardan bir kişinin cevab vermesi de kâfidir. "[20]
627- Zeyd İbni
Eslem'den rivayet edildiğine göre, Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle
buyurmuştur: "Bir toplum içinden bir adam selâm verince, diğerleri için de
yeterli olur."[21]
Mektubla Verilen Selâma Cevab
Vermenin Vacibliği:
İmam Ebû Sa'd El-Mütevelli ve
ondan başkası şöyle demiştir: bir insan bir insana bir perde yahut bir duvar
arkasından seslenip de: Esselâ-mu Aleyke, ey falanca dese, yahut bir mektup
yazsa da içinde: Esselâmu Aleyke, ey falanca yahut falancaya selâm olsun yahut
bir adam gönderse de: falan kimseye selâm söyle demiş olsa ve böylece mektup
veya elçi adama ulaşsa, adama selâmı cevablandırmak vacib olur. Vahidi ve ondan
başkası da bunu aynı şekilde anlatmış ve mektubla alınan selâma cevab vermenin
vacib olduğunu söylemişlerdir.
628- Hazreti
Aişe'den (Radıyallahu Anha) yapılan rivayetde şöyle demiştir: "Resûlüllah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem bana dedi ki, şu Cebrail'dir, sana selâm söylüyor.
Ben de: Ve Aleyhisselâmu ve Rahmetullahi ve Berekâtuhu, dedim."[22]
Uzakta olan bir kimseye selâm göndermek müstahabdır.
Bir insan bir insana selâm
gönderir de, elçi: Falan adamın sana selâmı vardır, derse, hemen tebliği alanın
cevab vermesinin vacib olduğunu daha önce söylemiştik. Bununla beraber selâmı
tebliğ edene de cevab vermek müstahab olur. Şöyle der:
"Ve Aleyke ve Aleyhisselâm." "Sana
da, ona da selâm olsun."
629- Gâlib
El-Kattan'dan bir adamın şöyle dediğini rivayet ettik: Babam, bana dedemden
şöyle nakletmiştir:
"Babam beni Resûlüllah Sallallahu
Aleyhi ve Seîlem'e gönderip dedi ki: Git Peygambere selâm söyle. Ben de ona
gittim ve: Babamın sana selâmı var, dedim. Bunun üzerine peygamber (s.a.v.)
Aleykesselâmu ve Alâ ebîkessselâmu (Sana selâm olsun, babana da selâm olsun)
dedi."[23]
Bu hadis her ne kadar bilinmeyen
bir adamdan rivayet edilmişse de, ilim ehlinin hepsine göre, fazilet belirten
hadislerde müsamaha gösterildiğini önceden söylemiştik.
Mütevelli demiştir: İşitmeyen bir
sağıra selâm vermek istendiğinde selam veren selâm verme gücüne sahib olduğu
için selâm sözünü söylemesi uygun düşer. Cevaba hak kazanmak ve selâmı (ona)
bildirmek için elile-de işaret edilir. Eğer bu iki hareketi yapmazsa cevaba hak
kazanmaz. Yine bir adama sağır olan kimse selâm verirse ve cevabı da adam kasd
ederse dili ile söyleyerek selâma karşılık verir ve selâmı aldığını bildirmek
için de eliyle işaret eder. Böylece cevab vermenin farziyeti kendisinden düşer.
Çünkü işareti, ifade yerine geçmiş demektir. Dilsiz de işaretle selâm verirse,
yine cevab almaya hak kazanır, sebebini söylemiştik.
Mütevelli demiştir: Bir kimse
çocuğa selâm verirse, çocuğa selâmı ce-vablandırmak vacib olmaz; çünkü çocuk
mükellef değildir. Bu söylenen söz doğrudur. Fakat edebe uygun olan cevab
vermektir.
El-Kadî Hüseyin ve arkadaşı
El-Müvelli demişlerdir: Eğer çocuk, yetişkin bir adama selâm verirse,
yetişkinin çocuğa selâmı iade etmesi vacib olur mu? Burada çocuğun Islâmının
sıhhati bakımından iki görüş vardır. Eğer çocuğun İslâmmı sahih kabul edersek,
onun selâmı yetişkin kimsenin selâmı gibi olur ve kendisine verilen selâmı
cevablandırması vacib olur. Eğer çocuğun İslâmı sahih değildir dersek, selâmı
cevablandırması gerekli olmaz; ancak müstahab olur.
Ben derim ki, bu iki halden doğru
olanı, selâmı cevablandirmanın vacib kabul edilmesidir. Çünkü Allah Tealâ
buyuruyor; "Size bir selâm verildiği zaman ondan daha güzeli ile selâm verin
yahut o selâmı aynen ce-vablandırın."[24]
Amma El-Kadî ve ElrMütevelIi'nin
meseleyi îslâmın sıhhatına bağlamalarına gelince; bu konuda Şafi'i demiştir:
İşi bu esasa dayamak yanlıştır. Doğrusu bunun söylediğidir. Allah en iyisini
bilir.
Eğer yetişkin bir adam, içlerinde
çocuk bulunan bir cemaata selâm verir de, o selâmı çocuk cevablandınr ve ondan
başkası selâma cevab vermezse, selâmı cevablandırma mükellefiyetleri diğer
yetişkinlerden düşer mi? Burada da iki durum vardır: Bunlardan en doğrusu,
El-Kadî Hüseyin ve onun arkadaşı El-Mütevelli'nin dedikleri, "sorumluluk
düşmez", sözüdür. Çünkü çocuk farz ile sorumlu değildir. Oysa ki selâmı
cevab-landırmak farzdır. Onun için çocuğun selâmı cevablandırması ile bu
far-ziyet düşmez. Nitekim çocuğun cenaze namazı kılması ile, yetişkin kimseler
üzerinden farziyet düşmez.
İkinci görüş, imamlarımızdan
El-Müstazhirî'nin arkadaşı Ebû Bekiri Ş-Şaşi'nin sözüdür. Yetişkinlere çocuğun
ezanı sahih olduğu ve onlardan ezan sorumluluğu kalktığı gibi, selâma cevab
sorumluluğu da düşer.
Derim ki: Cenaze üzerine çocuğun
namaz kılması ile yetişkinlerden far-ziyetin düşmesi konusunda imamlarımız iki
meşhur görüşle ayrılığa düşmüşlerdir. Bunlardan en doğrusu, âlimlerimize göre
farziyetin düşmüş olmasıdır. İmam Şafi'i de bu esası kabul etmiştir. En
doğrusunu Allah bilir.
Bir kimseye bir adam selâm verir
de az bir zaman sonra onunla karşılaşırsa, ikinci kez ona selâm vermesi
sünnettir. Üç ve daha ziyade karşılaşmalarda da durum böyledir. Bunda
imamlarımız görüş birliğine varmışlardır. Buhârî ve Müslim'de rivayet ettiğimiz
hadisler buna delâlet etmektedir.
630- Ebû
Hüreyre (Radıyallahu Anh) Hazretlerinden rivayet edilen, namazım iyi kılmayan
kimsenin hadisinde, anlatmıştır:
"Bir adam gelip namaz kıldı. Sonra
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzuruna gelerek ona selâm verdi.
Peygamber de selâmını ce-vabladı ve: Dön, namaz kıl; çünkü sen (gereği üzere)
namaz kılmadın, buyurdu. Adam dönüp namaz kıldı. Sonra gelip Peygamber
Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e selâm verdi. Üç kez tekrarlayıncaya kadar böyle
yaptı."[25]
631- Ebû
Hüreyre'den (Radıyallahu Anh) O da Resûiüllah'ın şöyle buyurduğunu
anlatmıştır:
"Sizden biriniz kardeşi ile
karşılaştığı zaman ona selâm versin. Eğer aralarında bir ağaç yahut bir duvar
yahut bir taş girip engel olur da sonra kardeşi ile karşılaşırsa, ona selâm
versin."[26]
632- Enes'den
(Radiyallahu Anh) rivayet edilmiştir: "Resûlüllah Sal-lallahu Aleyhi ve
Sellenı'in ashabı yaya olarak yürürlerdi. Onlara bir ağaç yahut bir tepe karşı
çıkar da sağa ve sola bölünüp ayrıldıkları zaman, sonra öteden karşı karşıya
geldiklerinde birbirlerine selâm verirlerdi."[27]
İki adam karşılaşınca aynı anda
her ikisi selâm verirse, yahut biri diğerinden sonra selâm verirse, EI-Kadî
Hüseyin ve arkadaşı Ebû Sa'd El-Mütevelli demişlerdir kî, her ikisi ilk selâm
vermiş gibi olurlar ve bunlardan her biri üzerine diğerine cevab vermek gerekli
olur.
El-Şaşi demiştir: Bu sağlam bir
hüküm değildir; çünkü selâm sözünün cevab olma durumu vardır. Eğer birinin
selâmı diğerininkinden sonra olursa cevab teşkil eder. Eğer selâmlar bir anda
olurlarsa, cevab olmazlar. El-Şaşi'nin söylediği bu söz
doğrudur.
Bir insan bir insanla karşılaşipda
ilk söze başlayan "Ve Aleykümüsselâm" derse, El-Mütevelli demiştir ki, bu selâm
sayılmaz. Böylece cevablandırılması gerekmez. Çünkü bu ifade ile selâma
başlanmaz.
Derim ki: Ve (vav eki) olmaksızın
"Aîeykesselâm yahut Aleykümüsselâm" derse, İmam Ebû'l-Hasan El-Vahidi, bunun
selâm olduğunu kesinlikle söylemiş ve selâm verilen adamın bunu cevabi
andırması lüzumunu ifade etmiştir. Her ne kadar âdet halinde kullanılmakta olan
söz değiştirilmişse de yine yeterli olur. El-Vahidi'nin söylediği bu söz
benimsenmiş olandır.
Yine İmamu'I-Haremeyn bunu selâm
olduğunu ve buna cevab verilmesinin vacib olduğunu kesinleştirmiştir. Çünkü
buna selâm ismi verilir.
Bu sözün selâm oluşu üzerinde,
âlimlerimizin iki görüşünü göz önüne almak suretiyle hüküm verilmesi
muhtemeldir. Zira bir kimse namazdan çıkacağı zaman "Aleykümüsselâm" derse,
bununla namazdan çıkmış olur mu, olmaz mı? Doğrusu namazdan çıkmış olur.Bir de
bu sözün her durumda cevablandırılmasına gerek olmadığı da söylenebilir. Çünkü
buna dair de sahih isnadlarla Ebû Dâvud ve Tirmizî'nin Sünenlerinde
rivayetlerde bulunduk.
633- İsmi Cabir
İbni Süleym yahut Süleym İbni Cabir olan ashabdan Cüreyyü'l-Hüceymfden rivayete
göre, o şöyle demiştir:
"Ben Resûlüllah Sallallahu Aleyhi
ve Sellem'in huzuruna varıp: Aley-kesselam, yâ Resûlellah, dedim. (Bana şöyle
dedi: Aîeykesselâm, deme. Çünkü Aîeykesselâm sözü Ölülere selâmdır. "[28]
Derim ki, bu hadisi şerif, en
güzel ve en mükemmel olan selâm üzerinde varid olmuştur. Bununla selâm olmaz
manasını ifade etmez. En iyisini Allah bilir.
İmam Ebû Hamid El-Gazalî İhya
kitabında demiştir: Önce selâm verirken "Aleykümüsselâm" demek mekruh olur. Bu
hadisden ötürü böyle söylemiştir. Âlimlar arasında tercih edilen böyle bir
sözle selâm vermenin mekruh oluşudur. Fakat bu sözle selâm verilirse,
cevablandırılması vacibdir. Çünkü bu söz bir selâm
ifadesidir.
Selâmın Kelâmdan Önce
Olması:
Sünnet olan, selâm verecek olan
kimsenin her sözden önce selâm vermesidir. Hadisi şerifler, ilk ve sonra gelen
mü'minlerin uygulamaları hep böyle işlem yapıldığını açık olarak gösterir. Bu
bölümün sağlam ve güvenilir delili de budur. Bu konu üzerinde Tirmizî'nin
kitabında rivayet ettiğimiz hadisi şerife gelince:
634- Cabir'den
(Radıyallahu Anh) rivayet edildiğine göre demiştir ki, Resûlüllah Sallallahu
Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Selâm, konuşmaya başlamadan öncedir. "[29]
Önce selâm veren daha fazla
fazilet kazanır. Çünkü Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem sahih hadislerinde
buyurdular: Karşılaşan iki kimseden ilk selâm veren onların hayırhsıdır." Onun
için karşı karşıya gelenlerden her birinin selâma öncelik vermesi
uygundur.
635- Güzel bir
isnadla Ebû Ümâme'den (Radıyallahu Anh) yapılan ri-vayetde demiştir ki,
Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "İnsanlara ilk selâm
veren, Allah katında insanların en iyisidir."[30]
Tirmizî'nin Ebû Ümâme'den rivayeti
ise şöyledir: "Soruldu: Ey Allah'ın Resulü! İki adam karşılaşınca bunlardan
hangisi önce selâm verir? Buyurdu: Allah katında bunların iyisi (selâmı önce
verir)."
Tirmizî demiştir ki bu hadis
hasendir.
Selâmın Müstahab, Mubah Ve Mekruh Olduğu
Haller
Bil ki, biz önce anlattığımız
şekilde-selâmı yaymaya memuruz. Ancak bazı hallerde selâm vermek kuvvetleşir ve
bazısında da hafifleşir. Bazı hallerde de selâm vermek yasak olur. Selâm
vermenin kuvvetli ve müstahab olduğu haller çok olduğu için bunları bir araya
toplamak mümkün olmaz. Çünkü selâm vermek asıldır. Bundan dolayı ayrı ayrı
selâm verme hallerini anlatmayacağız.
Bil ki, kendilerine selâm
verilecekler içine diriler de girer ölülerde girer. Biz cenazenin zikirleri
bölümünde ölülere selâm şeklini bildirmiştik. Selâm vermenin mekruh yahut hafif
yahut mubah olduğu haller ölülere selâm verme dışında kalır ve bu hallerin
açıklanması gerekir.
Kendisine selâm verilecek adam
eğer büyük veya küçük abdestle veya bunlara benzer işlerle meşgul ise, böyle bir
kimseye selâm vermek mekruh olur. Eğer ona selâm verirse cevab almaya hak
kazanmaz. Uyumakta yahut uyku kestirmekte olan kimseye, namaz kılana, ezan
okumakta olan yahut namaz için ikamet getirmekte olan müezzine, selâm vermek
yine mekruh olur.
Yine lokma ağzında iken yemek
yemede olan kimseye selâm vermek bu türdendir. Bu durumda bulunanlara selâm
veren kimse, cevab almaya hak kazanmaz. Fakat bir insan yemek halinde bulunur da
ağzında lokma yoksa ona selâm verilebilir. Selâma mukabele etmek de vacib olur.
Alışveriş ve diğer işlemlerde selâm verilir ve cevab da gerekli
olur.
Cuma hutbesinde selâm vermeye
gelince: Âlimlerimiz demişlerdir ki, hutbeye selâm ile başlamak mekruhtur; çünkü
insanlar hutbeyi dinlemeye memurdur. Eğer hutbeyi okuyan buna aykırı davranır
da selâm verirse, ona cevab verilir mi? Bu işde âlimlerimizin farklı görüşü
vardır.
Bir kısmı demiştir ki, hatib kusur
yaptığı için onun selâmına karşılık verilmez. Bir kısmı da şöyle demiştir: Eğer
hutbeyi dinlemek vacibdir diye kabul edersek, selâmına cevab verilmez. Eğer
hutbeyi dinlemek sünnettir dersek, mevcut olanlardan bir kişi selâma karşılık
verir. Hangi şekil olursa olsun, bir kişiden çok kimse ona cevab
vermez.
Kur'an okumakta olan kimseye selâm
verme işine gelince: İmam Ebû'l-Hasan El-Vahidî demiştir ki, evlâ olan, Kur'an
okuyana selâm vermemektir. Eğer selâm verilirse, İşaretle cevablamak yeterlidir.
Eğer selâm sözünü söyleyerek selâmı cevablandırırsa, yeniden "eüzü" çeker sonra
okumaya döner. El-Vahidî'nin sözü budur; fakat bu zayıftır. Doğrusu Kur'an
okuyana selâm verilir ve sözle cevablamak vacib olur.
Amma duaya dalarak bütün kalbi ile
meşgul durumda olana selâm vermeye gelince, bu kimsenin durumu Kur'an okumakla
meşgul olan gibidir. Bana göre bu durumla meşgul olana selâm vermek mekruhtur.
Çünkü selâma cevabdan sıkılır ve yemek yemede olanın düştüğü zorluktan daha zor
bir duruma düşer. (Kendisine selâm verildiği takdirde onu ce-vablaması icab
etmez.) Hac ihramında iken Telbiye getirmekte olan kimseye selâm vermek mekruh
olur. Çünkü adamın telbiyeyi kesmesi mekruhtur. Eğer kendisine selâm verilirse,
sözle selâma karşılık verir. İmam Şafı'i ve âlimlerimiz böyle hüküm
vermişlerdir. Allah onlara rahmet etsin...
Selâm vermenin mekruh olduğu
haller geçmişti. Mekruh selâm vermelere cevab gerekmediğini de anlatmıştık.
Fakat bu halde iken kendisine selâm verilen adam, selâma cevab vermenin sevabı
maksadıyla selâma karşılık verse meşru yahut müstahab olur mu? Bunu açıklamak
icab eder: Abdest bozma ve benzeri işle meşgul olanın selâma cevab vermesi
mekruh olur. Bu meseleyi bölümün başında anlatmıştık. Yemek ve benzeri işlerle
uğraşmakta olanın verilen selâmı cevablaması müstahabdır. Namaz halinde olanın
"Ve Aleykümüsselâm" diyerek verilen selâmı cevablaması haram olur. Eğer bu
şekilde cevablarsa, bizim Şafi'i mezhebimizde namazın bozulacağını biliyorsa,
namazı batıl olur. Bilmiyorsa, sahih olan görüşe göre batıl olmaz. (Hanefi
mezhebinde her iki halde de namazı bozulur.) Eğer gaib sığası ile
"Aleyhisselâm" derse, namazı bozulmaz; çünkü bu duadır, selâma cevab sayılmaz.
Eğer namazdan sonra sözle selâmı cevablarsa bir beis yoktur. Müezzin ise,
bilinen selâm sözü ile verilen selâmı cevablar; çünkü cevab az bir ifadedir,
ezanı bozmaz ve ona engel teşkil etmez. İşaretle namaz kılanın selâmı
cevablaması müstahabdır. (Hanefi mezhebinde ise bu mekruh
olur.)
Selâm Verilebilecekler Veya Selâm
Verilemeyecekler Selâmı Alınanlar Veya Selâmı
Alınmayanlar
Bil ki, ftsk ve bid'atı ile şöhret
bulmayan müslüman adama selâm verir ve kendisine de selâm verilir. Bu kimsenin
selâm vermesi sünnettir. Selâ-. mına
cevab vermek de vacib olur.
Kadınlarla
Selâmlaşmak:
Âlimlerimiz demiştir: Kadının
kadma karşı selamlaşma durumu, erkeğin erkekle olan selamlaşması gibidir.
Kadının erkekle olan selâm durumuna gelince, İmam Ebû Sa'd El-Mütevelli
demiştir: Eğer kadın erkeğin zevcesi, yahut cariyesi, yahut mahremlerinden biri
ise, erkeklerin selamlaşması gibi olur. Onlardan her birinin diğerine selâm
vermeye başlaması müstahab olur. Diğerine de selâmı cevablamak icab
eder.
Eğer erkek yabancı bir kadınla
karşılaşırsa, kadın da güzel olur ve fitnesinden korkulursa, erkek o kadına
selâm vermez. Eğer erkek ona selâm verirse, kadının selâmı cevablaması caiz
olmaz. İlk önce kadın erkeğe selâm vermez, selâm verirse cevab almaya hak
kazanmaz. Erkek onun selâmına cevab verirse, erkek için mekruh olur. Eğer kadın
fitnesinden korkulmayacak şekilde yaşlı ise, onun erkeğe selâm vermesi caizdir.
Erkeğin de onun selâmına karşılık vermesi gerekir.
Toplu bir halde kadınlar bulunur
da erkek onlara selâm verirse, yahut erkekler toplu halde olur da bir kadına
selâm verirlerse caiz olur; eğer erkek veya erkekler yahut kadın ve kadınlar
bakımından fitneden kor-kulmazsa...
636- Yezid'in
kızı Esmâ'dan (Radıyallahu Anha) şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Resûlüllah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem, biz kadınlarla bir arada iken bize rasgeldi de bize
selâm verdi."[31]
Benim burada rivayet ettiğim, Ebû
Davud'un lâfzıdır. Tirmizî'nin rivayetinde ise yine Esmâ'dan şu ifade var: "Bir
gün Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Mescid'e uğradı. Kadınlardan bir
topluluk da oturuyorlardı. Eli ile selâm verme işareti
yaptı."
637- Cerir İbni
Abdullah'dan (Radıyallahu Anhu) şöyle rivayet edilmiştir: "Resûlüllah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem kadınlara rasgeldi de onlara selâm verdi."[32]
638- Sehl İbni
Sa'd'dan (Radıyallahu Anh) yapılan rivayetde, O şöyle demiştir: "Bizde bir kadın
vardı." Diğer bir rivayette de: "Bizim bir ninemiz vardı. Bir sebzenin
köklerini alıp tencereye atardı ve arpa daneleri-ni döğer ve karıştırarak yemek
yapardı. Biz cuma namazını kıldıktan sonra dönerdik de ona selâm verirdik. O da
yemeği bize takdim ederdi."[33]
639- Ebû
Tâlib'in kızı Ümmühâni'den (Radıyallahu Anha) yapılan rivayetde O şöyle
anlatmıştır: "(Mekke'nin) Fetih günü Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e
gittim ki, o banyo yapıyordu. Fatma da onu perdeleyip örtüyordu. Ben selâm
verdim. "[34]
Gayri Müslimlerle
Selâmlaşmak:
Zimmet ehline (gayri müslim
vatandaşlara) gelince, âlimlerin çoğu kesin hüküm vermişlerdir ki, onlara
başlangıçta selâm vermek caiz olmaz. Bununla beraber ayrı görüş taşıyanlar da
vardır. Bunlar demişlerdir ki, onlara selâm vermek haram değildir, mekruhtur.
Eğer onlar bir rnüslü-mana selâm verirse, müslüman şöyle cevab verir: "Ve
Aleyküm" Bundan fazla söylemez.
Kadılar kadısı El-Maverdi,
âlimlerimizden birinden bir şekil naklediyor ki, onunla selâma başlamak
caizdir. Ancak selâm veren sadece "Es-selâmu Aleyke" der, çoğul olarak (Aleyküm)
söylemez.
El-Maverdi başka bir şekil daha
nakleder. Der ki, o gayri müslimler ilk selâm verince, "Ve Aleykümüsselâm" diye
onlara cevab verilir; fakat "Ve Rahmetüllahi" denmez. Bu iki şekil de kabul
edilmemiş ve benimsenmemiştir.
640- Ebû
Hüreyre'den (Radıyallahu Anh) yapılan rivayetde Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve
Sellem şöyle buyurmuştur:
"Yahudilere ve Hıristiyanlara ilk
başta selâm vermeyin. Yolda onlardan biri île karşılaştığınız zaman, onu yolun
kenarına çekilmeye mecbur edin. (Yolun ortasını işgal edip izdihama sebeb
olmasın).[35]
641- Enes'den
(Radıyallahu Anhu) yapılan rivayetde demiştir ki, Re-sûlüllah Sallallahu Aleyhi
ve Sellem şöyle buyurdu: "Ehli kitab sîze selâm verdiği zaman siz: Ve Aleyküm,
deyiniz."[36]
642- İbni
Ömer'den (Radıyallahu Anhüma) yapılan rivayetde Resûlül-lah Sallallahu Aleyhi ve
Sellem şöyle buyurmuştur:
"Yahudi'ler size selâm verdikleri
zaman, onlardan her biri: "Esselâ-mu aleyke" "Sana ölüm olsun", der. Sen cevab
olarak: Ve aleyke (senin üzerine olsun), söyle."
Bu mesele hakkında anlattığımızın
benzeri çok hadisler vardır. Allah en doğrusunu bilir.
Ebû Sa'd El-Mütevelli demiştir:
Müslüman olduğunu sanarak bir adama selâm verilse, sonra müslüman olmadığı
meydana çıksa, selâmının geri çevrilmesini ondan istemek müstahab olur. Ona der
ki, Benim selâmımı bana iade et. Böyle söylemekten maksad, yabancılığı ve arada
bir yakınlık bulunmadığını göstermektir. Rivayet edilir ki, İbni Ömer
(Radıyallahu Ahnüma) bir adama selâm verdi. Sonra onun yahudi olduğu söylendi.
İbni Ömer onun arkasına düştü ve ona dedi: Verdiğim selâmı bana iade
et.
Derim ki: Allah kendisine rahmet
etsin İmam Malik'in Muvatta'ında rivayetimize göre, Malik'den soruldu: Yahudiye
yahut Hıristiyana selâm veren kimse, bu selâmı geri almasını ondan ister mi?
Hayır, dedi. İmam Malik'in mezhebi budur. İbni Arabî EI-Maliki de bunu kabul
etmiştir.
Ebû Sa'd demiştir: Bir Zimmi'nin
(gayri müslim vatandaşın) halini sormak istenince, bunu selâm sözünü
kullanmadan yapar. Ona şöyle söyler: Allah sana hidayet versin, yahut sabahını
aydın yapsın.
Derim ki, Ebû Sa'd'ın bu sözünü
söylemekte bir sakınca yoktur. Buna ihtiyaç duyulduğu zaman şöyle söylenir:
Sabahın hayırlı olsun, mutlu olsun, afiyetli olsun yahut Allah seni sevinçle
sabaha kavuştursun, mutlulukla, nimetle, aydınlıkla sabaha erdirsin veya
benzeri sözler söyler.
Bir ihtiyaç duyulmadığı zaman,
doğru olan hiç bir şey söylememektir. Çünkü ona selâm yerine bir hitabda
bulunmakta ona karşı bir yumuşama ve bir ünsiyet kurma ve selâma cevab isteme
şekli vardır. Halbuki biz onlara karşı sert olmakla emredilmiş ve onlara sevgi
beslemekten yasaklanmışız. Onlara sevgi gösteremeyiz. Allah en iyisini
bilir.
Ek: İçlerinde bir veya bir çok
müslüman bulunan kâfirler topluluğuna bir müslüman rasgeldiği zaman, sünnet
olan, müslümanları yahut müs-Iümanı kasdederek onlara selâm
vermektir.
643- Üsâme İbni
Zeyd'den (Radıyallahu Anhüma) yapılan rivayete göre: "Peygamber Sallallahu
Aleyhi ve Sellem, içlerinde Yahudi, putperest müşrikler ve müslümanlar bulunan
karışık bir meclise uğradı ve Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem onlara
selâm verdi."[37]
Ek: Bir kimse bir müşrike mektub
gönderir de oraya selâm sözünü yazarsa, uygun düşen. Buhârî ve Müslim'den
rivayet ettiğimiz Ebû Süfyan (Radıyallahu Anh) hadisindeki Hirakl olayı ile
ilgili sözü yazmaktadır. Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Rüm hükümdarına
şöyle mektub yazdı: "Allah'ın kulu ve O'nun Peygamberi Muhammed'den Rûm'ların
büyüğü Hirakl'a!... Hidâyete uyanlara selâm olsun."
Hasta Bir Gayri Müslim'i Ziyaret
Etmek:
Ek: Zimmi (gayri müslim) bir
hastayı ziyaret edince insan ne söyler? Bil ki, âlimlerimiz Zimmi bir hastayı
ziyaret konusunda ihtilaf etmişlerdir. Bunlardan bir kısmı ziyareti iyi
görmüşler, bir kısmı da caiz görmemişlerdir. El-Şaşi bu ihtilafı anlattıktan
sonra demiştir: Bana göre doğru olan şöyle demektir: Bazan kâfir bir hastayı
ziyaret etmek caizdir. Buradaki yakınlık, komşuluktan ve akrabalıktan ileri
gelen bir yaklaşmadır. Ben derim ki, El-Şaşi'nin söylediği bu söz güzeldir. Biz
bu konu ile ilgili hadisi Buhârî'nin Sahih'inden rivayet
ettik:
644- Enes'den
(Radıyallahu Anh) rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: "Peygamber Sallallahu
Aleyhi ve Sellem'e hizmet eden bir Yahudî erkek çocuk vardı. Hasta olmuştu.
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem onu ziyarete gitti, baş yanına oturdu.
Ona: Müslüman ol, buyurdu. Çocuk yanında olan babasına baktı. Bunun üzerine
babası (çocuğuna): Kasim'ın babasına (Peygambere) itaat et, dedi. Çocuk da
İslâmı kabul etti. Sonra Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle söyleyerek
çıktı: Bu çocuğu ateşten kurtaran Allah'a hamd olsun."[38]
645- Said
İbni'l-Müseyyib'in babası EI-Müseyyib İbni Hazl'dan (Radi-yallahu Anh) yapılan
rivayetde demiştir: "(Peygamberin amcası) Ebû Tâlib'e ölüm hali gelince,
Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona gidip dedi: Ey amcam, Lâ ilahe
illallah" söyle". Böylece uzun olan hadisin tamamını anlattı.[39]
Ben derim ki: Zimmi (gayri müslim
vatandaş) olan hastayı ziyaret eden kimsenin onu İslama meylettirmesi, ona
İslâmın güzelliğini açıklaması, onu İslama çağırması ve tevbe kabul olmayacak
bir duruma düşmeden önce hemen onu İslama teşvik etmesi uygun olur. Eğer ona dua
edecekse, hidayet ve benzeri dileklerde bulunur.
(Dinde uydurmalar yapan) bid'at
sahibine ve büyük günah işleyip de ondan tevbe etmeyene gelince, bu gibilere
selâm vermemek ve verdikleri selâmı da cevablamamak uygun olur. Alimlerde Buhari
ve ondan başkası böyle demiştir.
İmam Ebû Abdullah El-Buhârî bu
konu üzerinde Sahih'inde delil göstermiştir. Biz de Buhârî ve Müslim'de Kâb
İbni Malik'in olayını rivayet ettik. Kâb İbni Malik Tebük gazvesinden geri
kalmış (böylece günah işlemişti.) İki arkadaşı da onun gibi savaştan geri
kalmışlardı. (Bunlar Hilâl İbni Ümeyye ve Mürare İbni'r-Rebi' idi. Sonra ücü de
tevbe etmişler. Al-lah'da tevbelerini kabul buyurmuştu.)
Kâb der ki: Resûlüllah Sallallahu
Aleyhi ve Sellem-bizimle konuşmayı (mü'minlere) yasakladı. Ben Resûlüllaha
Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e gider ve ona selâm verirdim. Selâmı cevablayıp
dudaklarını hareket ettiriyor mu, etmiyor mu diye
bakardım?
Abdullah İbni Amr'dan rivayet
ederek Buhâri diyor ki: Şarab içenlere selâm vermeyiniz.
Derim ki: Bir kimse zalimlerin
yanma varır da din ve dünyasından herhangi bir zarara uğramasından yahut başka
bir şeyden korkarsa böyle bir zorunluluk altında onlara selâm
verir.
İmam Ebû Bekir İbni'l-Arabî
demiştir ki, âlimler şöyle söylediler: Selâm Allah'ın isimlerinden bir isim
olduğunu niyet ederek, Allah yaptıklarınızdan haberdardır manasında onlara
selâm verilir.
Çocuklarla
Selamlaşmak:
Çocuklara gelince, sünnet olan
onlara selâm vermektir.
646- Enes'den
(Radıyallahu Anh) rivayet edildiğine göre: "O, çocuklara rasgeldi de onlara
selâm verdi; ve dedi ki: Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem böyle yapardı."[40]
Müslim'in yine Enes'den bir
rivayeti şöyle: "Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem erkek çocuklara rasgeldi
de onlara selâm verdi."
647- Sahih
isnadlarla Enes'den yapılan rivayete göre: "Peygamber Sal-îallahu Aleyhi ve
Sellem oynamakta olan erkek çocuklara rasgeldi ve onlara selâm verdi." Başka
bir rivayette de Peygamber (s.a.v): Esselâmu Aleyküm, ey çocuklar." dedi.[41]
Selâmın Edebleri Ve
Meseleleri
648- Ebû
Hüreyre'den (Radıyallahu Anh) yapılan rivayetde o demiştir ki Resûlüllah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
"Binici yaya yürüyene, yürüyen
oturana ve azlık çokluğa selâm verir." Buhârî'nin bir rivayeti de şöyle: "Küçük
büyüğe, yürüyen oturana ve azlık çokluğa selâm verir."[42]
Mezheb âlimlerimiz ve başkaları
demişlerdir ki, bu söylenen şekilde selâm vermek sünnettir. Eğer buna aykırı
olarak yaya yürüyen biniciye yahut oturan bunlardan birine selâm vermiş olsa
mekruh olmaz. İmam Ebû Sa'd El-Mütevelli ve ondan başkası bunu böyle
açıklamışlardır. Bu esas üzere, çoğunluğun az kimselere ve büyüğün küçüğe önce
selâm vermesi mekruh olmaz. Ancak başkasının hak kazandığı selâm işini bir terk
olur. bu selâmla ilgili edeb, iki kişinin yolda karşılaşmasında olur. Fakat bir
adam oturmakta olanın yahut ayakta bulunanın yanına varırsa, her halde o gelen
kimse önce selâm verir. İster oturan küçük olsun yahut büyük olsun, az olsun
yahut çok olsun.
Kadılar kadısı bu ikinci şekle
Sünnet ve öncekine edeb demiş ve faziletini sünnetten düşük
saymıştır.
Mütevelli demiştir: Bir kimse bir
topluma rasgelir de onlar içinden özel olarak bazı kimseleri kasdederek selâm
verirse mekruh olur. Çünkü selâmdan maksad yakınlık ve tanışıklık kurmaktır.
Halbuki bir kısmını ayırmakta diğerlerine yabancılık göstermek var. Onun için
düşmanlığa sebeb olabilir.
Bir insan çarşılarda yahut
insanların dolaştığı kalabalık sokak ve benzeri yerlerde yürüdüğü ve çok
kimselerle karşılaştığı zaman, Kadılar kadısı El-Maverdi demiştir ki, buralarda
selâm bazı kimselere verilir, diğerlerine verilmez. Çünkü her karşılanan
kimseye selâm verilse, iş görmek için boş bir zaman bulunamaz, âdetin dışına
çıkılmış olur.
Bu selâmla iki şey kasd edilir: Ya
sevgi kazanmak, ya da nefreti kaldırmak.
El-Mütevelli demiştir: Bir
topluluk bir adama selâm verir de o adam onlara: "Ve Aleykümüsselâm" derse ve
hepsine bununla cevab kasde-derse, bütününe vereceği selâm farziyeti ondan
düşer. Nitekim bir adam bir anda mevcut cenazelerin namazını kılsa, farziyet
hepsinden düşer.
El-Maverdi demiştir: Bir kişinin
selâmı bütününe ulaşacak kadar az bir kalabalığa bir insan selâm verecek olsa,
tümüne karşı yalnız birine selâm verir. Ziyade olarak ondan başkasına selâm edeb
olur. O toplumun içinden de bir kişinin selâma cevab vermesi kâfidir. Birden
fazla kimse ce-vablarsa edeb olur. Bir kişinin selâmı hepsine ulaşamayacak kadar
kalabalık bir cemaat olursa, cami ve toplantı meclisleri gibi, o zaman selâmın
sünneti, ilk meclise girip de insanları gören kişinin önce selâm vermesidir.
Böylece bütün işitenler hakkında selâm sünnetini yerin getirmiş olur. Selâm
sözünü işitenler için onu cevablama kifaye yolu ile farz olur ki, bunlardan
birinin cevablaması diğerlerinden farziyeti düşürür. Selâm verdiklerinin
arasında oturmak isterse, geri kalan selâmı duymamışlara selâm vermek
sünnetinin sorumluluğu ondan düşer. Önceki selâmını duymamış olanlar arasına
girip oturmak isterse, bunda âlimlerimize göre iki şekil vardır; birincisi:
Bunların arkadaşlarına daha önce selâm verildiğinden, bunlara selâm verme
sünneti yapılmıştır. Çünkü bunlar bir topluluktur. Eğer bunlara da selâm
tekrarlanırsa edeb olur. Bu esasa göre mescid halkından hangisi selâma cevab
verirse, bütününde farziyet sorumluluğu düşer. İkinci şekil: İnsan toplum
arasına girip oturmak istediği zaman önceki selâmını ulaştıramadığı kimseler
hakkında selâmın sünnet sorumluluğu üzerinde kalır. Bu esasa göre sonrakilerin
selâmı cevablamaları ile öncekiler üzerinden selâmı cevablama sorumluluğu
düşmez. Onların da selâma karşılık vermeleri gerekir.
Kişinin Kendi Evine Selâmla
Girmesi:
Evinde kimse olmasa bile, insan
eve girince selâm vermesi müstahab olur. Evde kimse yoksa şöyle
demelidir:
"Esselâmu aleynâ ve ala
ibâdiîlâhi's-sâlihîn."
"Selâm bizim ve Allah'ın salih
kulları üzerine olsun." Biz kitabın başında, insan evine girince ne
söyleyeceğini açıklamıştık. Yine mescide ve içinde kimse bulunmayan başkasına
ait bir eve girdiği zaman selâm vermek ve şöyle demek müstahab
olur:
"Esselâmu aleynâ ve ala
ibâdillâhi's-sâlihîne. Esseîâmu aleyküm ehle'I-beyti ve rahmetullâhi ve
berekâtühû."
"Selâm bizim üzerimize ve Allah'ın
salih kulları üzerine olsun. Selâm üzerinize olsun. Allah'ın rahmeti ve
bereketleri de üzerinize olsun, ey ev halkı!...)"
Bir Yerden Ayrılırken
Selâmlaşmak:
Bir toplum içinde oturmakta olan
bir adam kalkıp onlardan ayrılmak istediği zaman sünnet olan onlara selâm
vermektir.
649- Ebû
Hüreyre'den yapılan (Radıyallahu Anh) rivayete göre demiştir ki, Resûlüllah
SallallaHu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
"Sizden biriniz toplu bir yere
vardığı zaman selâm versin. Kalkmak istediği zaman da selâm versin. Önceki
selâm sonraki selâmından daha faziletli değildir. "[43]
Tirmizî demiştir ki, bu hasen bir
hadistir. Derim ki, bu hadisin ifadesinden anlaşıldığına göre, cemaat içinden
kalkıp da ayrılmak üzere selâm verenin selâmını cevablamak cemaata vacib
olur.
İki İmam El-Kadî Hüseyin ve
arkadaşı Ebû Sa'd El-Mütevelli demişlerdir: Bir toplumdan ayrılırken selâm
vermek âdet haline gelmiştir. Bu bir duadır; buna cevab vermek müstahabdir, farz
değildir. Selamlaşma ancak karşılaşma zamanında olur, ayrılma zamanında değil.
Bu hüküm her ikisinin sözüdür. Mezheb âlimlerimizden sonuncusu olan İmam
El-Şaşi, bunların sözünü kabul etmemiştir. Demiştir ki, bu yanlıştır. Çünkü
Selâm, ayrılma zamanında da sünnettir, meclise oturma halinde sünnet olduğu
gibi... Buna dair zikri geçen hadis vardır. İşte El-Şaşi'nin dediği bu söz doğru
olandır.
Bir insan verdiği selâmı
cevablamayacağını anladığı bir kimseye raslar-sa, selâmı cevablamayışı ister
kibrinden, ister önemsemeyişinden, ister başka bir sebebten olsun, uygun olan
bu zandan dolayı selâmı terk etmemektir, selâm vermektir. Çünkü selâm vermek
emredilen bir iştir. Uğrayan adam, selâm vermeye memurdur, selâmın cevabını
temin etmeye memur değildir. Bununla beraber uğranılan adam hakkında yanlış
düşünce beslenebilir ve selâmım cevabladığı görülür.
Amma bu konuda delili bulunmayanın
şu sözüne gelince: Selâmı ce-vablamayacak olan kimseye selâm vermek, onun günah
işlemesine sebeb olur. Çünkü selâmı almak farzdır, bu farzı terk etmesine ve
böylece günahkâr olmasına sebebiyet verilmiş olur. Bu söz açık bir cehalet ve
anlayışsızlıktır. Çünkü dinen yapılması emredilen işler, bu gibi hayallerle
sorumluların üzerinden düşmez. Eğer bu bozuk hayallere bakacak olursak,
bilmemezlik yüzünden kötülük yapan kimselere dokunmamamız gerekir. Çünkü sanırız
ki, sözümüzle onlar kötülüğü bırakmazlar. İkazlarımızla v ve çirkin şeyleri
göstermemizle onlardan ayrılmayacakları için onların günahına sebeb meydana
gelir. Şübhe yoktur ki, bu gibi düşüncelerle kötülüklere karşı çıkmayı
bırakamayız. Bu örneğin benzerleri çoktur ve bilinen şeylerdir. Allah en
iyisini bilir.
Bir kimse, bir adama selâm verir
ve selâmını ona duyurursa ve selâma cevab verme şardları da adamda bulunduğu
halde selâmı cevablamazsa, selâm veren kimse hakkını ona helâl etmek üzere şöyle
söylemelidir ki, bu müstahabdır: Selâmı cevablama işinde hakkımı bağışladım,
yahut selâmdan dolayı, hakkımı helâl ettim, benzeri söz söyler. Bu sözleri
söylemekle ondan bu insanın hakkı düşer. Allah en iyisini
bilendir.
650- Sahabî Abdurrahman İbni
Şibl'den (Radıyallahu Anh) yapılan rivayet de demiştir ki, Resülüllah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Selâma karşılık veren ona
(cevabına) hak kazanmıştır. Karşılık vermeyen kimse bizden değildir."[44]
Bir kimse bir adama selâm verir de
ondan karşılık almazsa ona tatlı bir ifade ile şöyle demesi müstahabdır: Verilen
selâmı cevablamak farzdır. Senden farziyet sorumluluğunun düşmesi için selâmımı
cevablamak sana gerekir. Allah en yisini bilendir.
Evlere Girmek İçin İzin
İstemek
Allah Tealâ şöyle
buyurmuştur:
"Ey îman edenler! Kendi
evlerinizden başka evlere sahiblerinden izin almadan ve onlara selâm vermeden
girmeyiniz."[45]
Yine Allah Tealâ şöyle buyurmuştur:
"Sizden olma çocuklar da bulûğ
çağına erince, onlardan öncekilerin (büyüklerin) izin istemeleri gibi
(odalarınıza girmek için) izin İstesinler."[46]
651- Ebû Musa
El-Eş'arî'den (Radıyallahu anh) yapılan rivayetde demiştir ki, Resülüllah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "(Evlere girmek için) izin istemek
üçtür. Eğer sana izin verilirse (girersin), değilse
dön."[47]
652- Sehl İbni
Sa'd'dan (Radıyallahu Anh) yapılan rivayetde demiştir ki, Resülüllah Sallallahu
Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "İzin istemek, (harama bakılmasın diye) göz için
meşru kılınmıştır. "[48]
Biz, çok yönlü rivayetlerden
dolayı izin istemeyi üç kez olarak kaydettik. Sünnet olan, (bir eve gidildiği
zaman) önce selâm vermek sonra evin içindekileri görmeyecek şekilde kapıda
beklemektir. Şöyle yapılır: Esse-lâmu Aleyküm. Gireyim mi? Ona cevab veren bir
kimse olmazsa, bu sözü ikinci ve üçüncü kez söyler. Yine cevab veren yoksa
döner gider.
653- Sahih bir
isnadla Tabi'in büyüklerinden Rib'î İbni Hiraş'dan rivayet ettik. O şöyle
demiştir: Bize Âmir oğullarından bir adam anlattı ki, Peygamber Sallallahu
Aleyhi ve Sellem evde iken (eve girmek için) kendisi izin istedi ve dedi:
Gireyim mi? Bunun üzerine Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem hizmetçisine
emretti:
"Çık, şu adama izin istemesini
öğret. Ona deki: Esselâmu Aleyküm gireyim mi? söyle. Adam bunu işitti de:
Esselâmu Aleyküm, gireyim mi? dedi. Peygamber de ona izin verdi. Adam içeri
girdi."[49]
654- Sahabî
olan Kelde İbni Hanbel'den (Radiyallahu Anh) yapılan ri-vayetde o şöyle
anlatmıştır:
"Peygamber Sallallahu Aleyhi ve
Selleme vardım ve selâm vermeden içeri girdim. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve
Sellem: Geri dön ve şöyle söyle: Selâmun aleyküm, gireyim mi?" buyurdu[50]
Ben derim ki, bu anlattığımız
selâmın izin istemekten daha önce olması sahih olan
sözdür.
El-Mâverdi bu konuda üç şekil
anlatmıştır. Birincisi bu anlattığımız şekildir. İkincisi, izin istemeyi
selâmdan önce yapmaktır. Üçüncüsü, adamın arzusuna göredir. Eğer izin isteyen
kimse eve girmeden önce ev sahibini görmüş olursa, önce selâm verir. Eğer
görmemişse, önce izin ister. Bir kimse üç kez izin ister de ona izin verilmezse
ve o kimse sesini duyuramadığını sanarsa, üçten ziyade olarak izin ister
mi?
İmam Ebû Bekir İbnu'l-Arabî
El-Malikî bu konuda üç görüş anlatır: Birincisi tekrar izin ister, İkincisi izin
istemeyi tekrarlamaz. Üçüncüsü, eğer daha önce anlatılan izin isteme sözü ile
izin işlenmişse, onu tekrarlamaz. Fakat başka bir ifade ile izin istemiş ise,
buna ilâveten tekrar izin ister. Sonra demiştir ki, hiç bir halde izin istemeyi
üçten fazla olarak tekrarlamaz. İşte onun söylediği ve doğru kabul ettiği bu
söz, sünnet olan uygulamanın gereğidir. Doğrusunu Allah
bilir.
Selâm vererek yahut kapıyı çalarak
bir insandan izin istendiği zaman, ona: Sen kimsin? denilince, kendisini
tanıtacak şekilde, ben falan oğlu falanım yahut falancanın falanıyım yahut şu
isimle tanınanım demesi uygundur. Tam bir şekilde buna uygun sözlerle kendini
tanıtır. Benim, hiz-metçisiyim, gençlerden biriyim, dostlardan biriyim yahut
bunlara benzer sözlerle cevab vermek mekruhtur.
655- Meşhur
İsrâ hadisinde rivayetimize göre, Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle
buyurdu:
"Sonra Cibril beni (arza) en yakın
semaya yükseltti. Sonra kapının açılmasını istedi. Kim bu (gelen)? denildi.
(Cevab verip) Cibril, dedi. Bera-beberinde kim var? denildi. Muhammed, dedi.
Sonra beni ikinci, üçüncü ve diğer göklere çıkardı. Göğün her kapısında: Bu
kimdir? deniliyor ve o da (cevab olarak) Cibril, diyordu"[51]
656- Ebû
Mâsa'dan rivayet edildiğine göre Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem (Küba'da)
bostan kuyusu üzerine oturunca, Ebû Bekir gelip (bostan kapısından içeri girmek
için) izin istedi. Peygamber kim o? dedi. Ebû Bekir, cevabını verdi. Sonra Ömer
gelip izin istedi: Kim o? dedi. Ömer, dedi. Sonra Osman gelip aynı şekilde izin
istedi.[52]
657- Câbir'den (Radıyallahu Anh) rivayet
edildiğine göre o şöyle anlatmıştır: "Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e
gittim de kapıyı çaldım. Peygamber: Kim o? dedi. (Ben cevab olarak) ben, dedim.
Bunun üzerine Peygamber (s.a.v) cevabımdan hoşlanmaz bir hal ile: Ben,
ben.
Dedi."[53]
Muhataba kendini tanıtmak isteyen
kimse eğer unvanından başka bir isimle tamtamıyacaksa, unvanında büyüklük
ifadesi olsa bile onunla kendini vasıfîayarak tanıtmasında bir sakınca yoktur.
Künyesi ile kendini tanıtır. Yahut ben falan müftiyim, ben kadıyım, ben falan
şeyhim yahut bunlara benzer sözler söyler.
658- Ebû
Tâlib'in kızı Ümmühânî'den (Radıyallahu Anha) (meşhur olan ismi Fahite'dir.
Fatıma veya Hind olduğu da söylenir.) rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
"Ben Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e gittim. O yıkanıyordu. Fâtımada
onu'perdeleyip örtüyordu. Bu (gelen kadın) kimdir? Ben, Ümmühânî'yim, dedim.[54]
659- Ebû
Zer'den (Radiyallahu Anh), isminin Cündüb yahut (berr sözünün tasgiri) Büreyr
olduğu söylenir. O şöyle anlatmıştır: Gecelerden bir gece (evden dışarı) çıktım.
Bir de baktım ki, Rasûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem yalnız başına yürüyor.
Ben ayın gölgesinde yürümeye başladım. Peygamber dönüp beni gördü. Kim bu? dedi.
Ebû Zer, dedim.[55]
660- Ebû Katâde
El-Haris İbni RibTden (Radıyallahu Anh) rivayet edilen Resûlüllah Sallallahu
Aleyhi ve Sellem'in bir çok mucizelerini ve ilim çeşitlerini toplayıp bir araya
getiren (Midaa = su kabı) olayı ile ilgili ha-disde Ebû Katâde anlatmıştır:
"(Peygamberle bir gece yolculuğunda giderken o deve üzerinde uykuya dalmıştı.
Bîr kaç defa düşecek gibi yana sarkmış ve onu uyandırmadan doğrultmuştum.
Nihayet) Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem başını kaldırıp: Kim bu? dedi.
Ebû Katâde, dedim."[56]
Derim ki, bunun örnekleri çoktur. İhtiyaç duyulduğu zaman övünmek kasdi
olmaksızın böyle künye ile kendini tanıtmakta bir sakınca yoktur. (Katâde'niil
rivayet ettiği bu Hadis-i şerif uzundur. Müslim: Cild 1. sayı 681. sayfa 472
bakılsın.)
661- Ebû
Hüreyre'den rivayet edilmiştir. (Ebû Hüreyre'nin adı, Ab-durrahman'dır. Sahih
olan rivayette babası Sahr'dır.) O şöyle anlatmıştır: "Dedim ki, yâ Resûlellahî
Allah'a duâ et de, Ebû Hüreyre'nin annesine hidâyet versin." Sonra şöyle
deyinceye kadar olayı anlattı: "Nihayet (peygambere) dönüp dedim ki: Yâ
Resûlellah, gerçekten Allah senin duam kabul etti ve Ebû Hüreyre'nin annesine
hidâyet ihsan etti.[57]
(Asıl ismi olan Abdurrahman sözü
yerine künyesi olan Ebû Hüreyre lâfzını kullanarak tanıtım yapmıştır. Bu da işin
cevazına bir delildir).
Selâm Üzerinde Çeşitli
Meseleler
Mes'ele: Ebû Sa'd EI-Mütevelli
demiştir ki, hamamdan çıkan adama: Hamamın (banyon) hoş olsun, demenin aslı
yoktur. Ancak rivayete göre Hazreti Ali (Radıyallahu Anh) hamamdan çıkan bir
adama şöyle demiştir: Temizlendin, kirlenmeyesin. Ben derim ki, bu yerde sahih
bir dayanak yoktur.
Bir insan sevgisi ve yakınlık
sebebiyle ve muhabbet kazanmak maksadı ile: Allah sana nimetleri devam ettirsin
ve benzerî duada bulunursa, bunda bir beis yoktur.
Yürümekte olan bir insan uğradığı
adama: Allah sabahını hayırlı yapsın yahut mutlu yapsın, yahut Allah seni
kuvvetlendirsin, Allah seni yalnız bırakmasın, yahut bu sözlere benzer
insanların kullandığı duaları söylerse, cevab almaya hak kazanmaz. Fakat bu
sözlerin başında ona da duâ ederse güzel olur. Ancak selâmı geri bıraktığı ve
ihmal ettiği için kendisine ve başkasına bir ders olsun diye, onun duâsmı
tamamen cevabsız bırakabilir. Böylece ilk defa selâm vermenin gereğine işaret
edilmiş olur.
El
Öpmek:
Başkasının elini öpmeyi istemek:
Eğer el öpmek, adamm takvasından ve iyi halinden, yahut ilminden, yahut
şerefinden ve düşük işlerden korunmasından, yahut bunlara benzer dinle ilgili
işlerden ileri geliyorsa, mekruh olmaz, bilâkis müstahab olur. Eğer el öpmek,
adamın zenginliğinden, dünyasından, servetinden, güçlülüğünden, dünya ehline
göre olan mevkiinden dolayı ise, bu şiddetli bir şekilde
mekruhtur.
Âlimlerimizden El-Mütevelli
demiştir ki, bu maksadla el öpmek caiz değildir ve bununla haram olduğuna işaret
etmiştir.
662- Zari'den
(Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir. Kendisi (Basra'dan peygambere gelen)
Abdülkays heyetinin içinde idi. Şöyle anlatmıştır: "Nihayet yolculuğa çıkmak
için acele etmeye başladık da Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in elini ve
ayağını öpmeye koyulduk.[58]
663- İbni
Ömer'den (Radıyallahu Anhüma) bir olay anlatılmaktadır. Orada şöyle demiştir:
"Biz, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e yaklaştık da onun. elini öptük.[59]
Bir kimsenin, küçük çocuğunun
yanağını öpmesi, kardeşininkini öpmesi, akralabalık sevgisi ile, şefkat ve
merhamet duygusu ile yanaklardan başka azaları öpmesi sünnettir. Bu konuda
sahih hadisler çoktur ve meşhurdur. Çocuk erkek olsun, kız olsun eşittir. Bu
sayılan maksadlarla arkadaşının ve başkasının küçük çocuklarını öpmek de
aynıdır. Ancak şehvetle öpmek haramdır. Bunda ihtilaf yoktur. Bu şehvet
konusunda baba-ana da müsavidir. Akraba ve yabancıya şehvetle bakışta da haram
işlemiş olur.
664- Ebû
Hüreyre'den (Radryallahu Anh) rivayet edilmiştir: "Peygamber Sallallahu Aleyhi
ve Sellem, Ali'nin oğlu Hasan'ı (torununu) öptü. Yanında El-Akra' İbni Habis
vardı. Bunun üzerine EI-Akra' dedi: Benim on çocuğum var. Onlardan hiç birini
öpmedim. Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona (hayretle bakışı ile)
baktı. Sonra buyurdu: Merhamet etmeyene, merhamet edilmez."[60]
665- Hazreti
Aişe'den (Radıyallahu Anha) rivayet edilmiştir: "Resûlüllah Sallallahu Aleyhi
ve Sellem'e Bedevi'lerden insanlar geldi. Dediler ki, çocuklarınızı öper
misiniz? Ashab, evet, dediler. Onlar: Fakat biz öpmeyiz, dediler. Bunun üzerine
Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Allah Tealâ sizden merhameti çekip
çıkardı ise, ben ne yapabilirim?" buyurdu.[61]
666- Enes'den
(Radıyallahu Anh) yapılan rivayetde o şöyle demiştir: "Resûlüllah Sallallahu
Aleyhi ve Sellem oğlu İbrahim'i tutup öptü ve onu kokladı."[62]
667- El-Berâ
İbni Azib'den (Radıyallahu Anhüma) yapılan rivayetde o şöyle anlatmıştır: "Ben,
ilk Medine'ye hicret ettiği zaman Ebu Bekir'le beraber evine gittim. Kızı Aişe,
yakalandığı sıtma hastalığından dolayı yatıyordu. (Radıyallahu Anha) Ebû Bekir
onun yanına gidip: Kızcağızım nasılsın? dedi; ve yanağını öptü."[63]
668- Sahabi
Safvan İbni Assal'dan (Radıyallahu Anh) yapılan rivayetde şöyle
anlatmıştır:
"Bir Yahudi arkadaşına dedi ki,
bizi şu Peygambere götür. Böylece Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e
gittiler. (Her peygamberin şeriatın-, da esas olan hükümlerden) dokuz açık hükmü
Peygambere sordular. Ra-vi böylece olayı anlatarak nihayet şu sözü söyledi:
Onlar aldıkları cevab üzerine Peygamberin elini ve ayağını öptüler ve dediler
ki, biz senin peygamber olduğuna şahidiz. "[64]
669- Sahih bir
isnadla İyas İbni Dağfel'den yapılan rivayetde şöyle demiştir: Ebû Nadre'yi
gördüm. Ali'nin oğlu Hasan'ı (Radıyallahu Anhüma) öpüyordu.[65]
İbni Ömer'den (Radıyallahu Anhüma)
nakledildiğine göre, oğlu Salim'i öperdi ve şöyle derdi: Bir yaşlının bir
yaşlıyı öpmesine şaşıyormusunuz.
Allah kendisinden razı olsun,
ümmetin zâhidlerinden ve âbidlerinden biri olan büyük İmam Sehl İbni Abdullah
El-Testürî'den rivayet edildiğine göre, Ebû Dâvud El-Sicistani'ye giderdi ve
derdi ki: Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in hadislerini anlattığın
dilini çıkarda onu öpeyim. Böylece dilini öperdi. Bu konuda üzerinde selefin
işleri anlatılamayacak kadar çoktur. En iyisini Allah
bilir.
Ölünün ve Yolculuktan Gelenin Yüzünü
Öpmek:
Teberrük maksadıyla salih bilinen
bir ölünün yüzünü öpmekde bir beis yoktur. Gurbetten ve benzeri bir ayrılıktan
dönen bir arkadaşı da öpmek böyledir, sakıncası yoktur.
670- Hazreti
Aişe (Radıyallahu Anhâ) uzunca anlattığı Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve
Sellem'in vefatı ile ilgili hadisde şöyle demiştir: "Ebû Bekir (Radıyallahu Anh)
içeri girdi de, Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'ün yüzünü açtı. Sonra
üzerine abandı da onu öptü. Sonra ağladı. "[66]
671- Hazreti
Aişe'den (Radıyallahu Anhâ) yapılan rivayetde şöyle demiştir: "Zeyd İbni
Harise, Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem benim evimde iken, Medine'ye
geldi. Peygambere gelip kapıyı çaldı. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona
kalkıp elbisesinden onu çekti. Onu kucakladı ve onu öptü."[67]
Çocuktan başkasını ve seferden
dönmeyeni kucaklamak ve yüzünü öpmek ise, bunlar mekruh olan işlerdir.
Âlimlerimizden Ebû Muhanımed El-Beğavi ve ondan başkası bunların kerahetine
delil göstermişlerdir. Tir-mizî ve İbni Mâce'nin kitablarında rivayet ettiğimiz
hadis bu kerahate delâlet eder:
672- Enes'den
(Radıyallahu Anh) yapılan rivayete göre, bir adam peygambere dedi ki: "Ey
Allah'ın Resulü! Bizden bir adam kardeşine yahut. arkadaşına rasgeldiğinde ona
eğilir mi? Hayır, dedi. Onu kucaklar ve öper mi? dedi. Peygamber hayır, dedi.
Adam, elile tutup onunla musafaha eder mi? dedi. Peygamber evet, dedi."[68]
Ben derim ki, bir yolculuk ve
benzeri bir ayrılıktan dönüşte kucaklaşmakta ve öpmekte bir beis yoktur. Bunun
dışındaki hallerde ise tenzih yolu ile mekruhtur.. Bu da güzel yüzlü olmayan
gençler içindir. Fakat güzel yüzlü genç ister seferden dönmüş olsun, ister
olmasın, her halde onu öpmek haram olur. Böyle bir kimseyi kucaklamak, onu öpmek
gibidir yahut ona yakındır. Burada öpüşenlerin ikisinin de salih erkek olmaları,
yahut fasık olmaları, yahut bunlardan birinin salih kimse olması eşittir, durum
değişmez.
Bizim Şafi'i mezhebde sahih olan,
şehvet duygusu olmasa bile, güzel yüzlü bir gence bakmak haramdır. Fitne korkusu
olmasa da bu haramdır, kadın hakkında olduğu gibi...
Musafaha =
Tokalaşma
Karşılaşma halinde musafaha
yapmanın sünnet olduğunda ittifak vardır.
673- Katâde'den
yapılan rivayetde demiştir ki, Enes'e (Radıyallahu Anh) sordum: "Peygamber
Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ashabı arasında musafaha var mı idi? Evet,
dedi."[69]
674- Kâb İbni
Mâlik'in (Radıyallahu Anh) tevbesinin kabul edilişi olayı ile ilgili olarak
rivayet edilen hadisde o şöyle demiştir: "(Allah tevbemi kabul ettiği için beni
tebrik maksadı ile) Talhâ İbni Ubeydullah (R.Anh) koşarak bana doğru geldi de
Benimle musafaha etti ve beni tebrik etti."[70]
675- Sahih
isnadlarla Enes'den (Radıyallahu Anh) yapılan rivayetde o şöyle demiştir:
"Yemen'liler gelince, Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sel-lern ashaba dedi ki,
Yemen'liler size geldi. Musafahayı ilk ortaya çıkaran bunlardır."[71]
676- El
Berâ'dan (Radıyallahu Anh) yapılan rivayetde demiştir ki, Resûlüllah Sailallahu
Aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "İki müslüman karşılaşır da musafaha
yaparlarsa, muhakkak surette ayrılmadan önce mağfiret olunur. "[72]
677- Enes'den (Radıyallahu Anh) rivayetimizde
demiştir: "Bir adam (peygambere) dedi: Ya Resûlellah bizden bir adam kardeşine
yahut arkadaşına rasgelince ona (başı ve vücudu ile) eğilir mi? Peygamber,
hayır dedi. Onu kucaklar ve öper mi? dedi. Hayır, dedi. Elinden tutar ve onunla
musafaha yapar mı? dedi. Peygamber, evet, dedi."[73]
678- Atâ İbni
Abdullah El-Horasanî'den yapılan rivayetde şöyle demiştir: "Resûlüllah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem bana şöyle buyurdu: Musafaha yapınız ki, kin gitmiş
olsun. Hediyeleşiniz ve birbirinizi seviniz ki, düşmanlık gitsin "[74]
Bil ki, ner karşılaşmada musafaha
yapmak müstahabdır. Ancak insanların âdet edindiği sabah ve ikindi
namazlarından sonra musafaha yapmanın anlatılan şekilde şeriatta aslı yoktur.
Yapılmasında da bir beis yoktur; çünkü musafahanın aslı sünnettir. İnsanların
bazı hallerde buna devam etmeleri ve çok ifrada kaçmaları ile meydana gelen
tutum, aslen meşru olan musafahayı bozmaz.
İmam Ebû Muhammed Şeyh Abdüsselâm
(Allah ona rahmet etsin), Ka-vaid kitabında anlatmıştır. Demiştir ki, bit'atlar
beş kısımdır: Vacib, haram, mekruh, müstahab ve mubah. Sabah ve ikindi
namazlarından sonra yapılan musafaha, mubah olan bit'ata bir örnektir. En
iyisini Allah bilir.
Derim ki, yüzü güzel bir gençle
musafahadan sakınmak uygundur. Çünkü bundan önceki bölümde anlattığımız gibi,
ona bakmak haramdır. Mez-heb âlimlerimiz demişlerdir ki, bakılması haram olan
her şeye yapışmak da haramdır. Daha doğrusu yapışmak daha ağırdır. Çünkü bir
kadınla evlenmek isteyen ona bakabilir, bu helaldir. Alış-veriş gibi işlerde de
durum böyledir. Fakat bunlarda yabancı kadına yapışmak caiz olmaz. En iyisini
Allah bilir.
Musafaha ile beraber güler yüzlü
olmak, mağfiret istemek ve başka duada bulunmak
müstahabdır:
679- Ebû
Zer'den (Radıyallahu Anh) yapılan rivayetde şöyle anlatmıştır: "Resûlüllah
Sallallahu Aleyhi ve Seliem bana dedi ki: İyilikten hiç bir şeyi asla küçümseme;
tatlı bir yüzle kardeşinle karşılaşmanı bile…[75]
680- El-Berâ
İbni Âzib'den (Radıyallahu Anhüma) yapılan rivayetde demiştir ki, Resûlüllah
Sallallahu Aleyhi ve Seliem şöyle buyurdu: "İki müslüman karşılaşınca musafaha
ederler de, nasihat ve muhabbet üzere gülümserlerse, aralarında günahları
dağılır gider." Bir rivayet de şöyle: "İki müslüman karşılaştığı zaman musafaha
ederler. Allah Tealâ'ya hamd ederler ve mağfiret dilerlerse, Aziz ve yüce olan
Allah onlara mağfiret eder.[76]
681- Enes'den
(Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir. O da Peygamber Sallallahu Aleyhi ve
Sellem'den şöyle dediğini anlatmıştır: "Allah için sevişen iki kuldan biri
diğeri ile karşılaşır da onunla musafaha yaparsa, sonra da Peygamber Sallallahu
Aleyhi ve Sellem'e salât getirirlerse, geçmiş ve gelecek günahları bağışlanmadan
ayrılmaz."[77]
682- Enes'den
yapılan rivayetde o şöyle demiştir: "Resûlüllah Sallalia-hu Aleyhi ve Seliem bir
adamın elini tuttuğu zaman,
"Allâhümme âtinâ fi'd-dünyâ
haseneten ve fi'1-âhireti haseneten ve kına azâbe'n-nâr."
"Allah'ım, dünyada bize iyilik
ver, âhirette de iyilik ver ve bizi ateş azabından koru, demedikçe ondan
ayrılmazdı."[78]
Her halde kim için olursa olsun
eğilip bel bükmek mekruhtur. Bundan önceki iki bölümde anlattığımız Enes'in
hadisi buna dealalet eder. o hadiste adamın biri peygambere sormuştu "Bizden
biri adama eğilir mi? Peygamber, hayır, dedi." Söylediğimiz gibi, bu hasen bir
hadistir. Buna mariz bir nakil gelmediği için buna aykırı davranmaya yol yoktur.
İlme ve iyi hale nisbet edilen bir çok kimselerin bunu yapmasına aklanılmasın.
Çünkü uymak, ancak Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e olur. Allah Tealâ
şöyle buyurur: "Peygamber size neyi veriyorsa (ne emrediyorsa) onu alın, hangi
şeyi de size yasaklıyorsa onu yapmayın, "[79]
Yine şöyle buyurmuştur:
"Peygamberin emrine muhalefet edenler, kendilerine bir belâ isabet etmesinde,
yahut acıklı bir azâb kendilerine isabet etmesinden sakınsınlar. "[80]
Biz, Cenazeler bölümünde Fudayl
İbni İyad'dan (Radıyallahu Anh) bu manadaki Şu sözünü anlatmıştık: Hidayet
yollarına uy, bu yola koyulanların azlığı sana zarar vermez. Sapıklık
yollarından da sakın. Bu yollarda helak olanların çokluğuna aldanma. Başarı
Allah'dandır.
Gelen kimseye kalkarak ikramda
bulunmak şu kimseler için müstahab olduğunu seçtik: İlim bakımından açık bir
faziletli olan için, yahut iyi hal, yahut şeref sahibi için, yahut hürmete değer
bir idareci için, yahut evlad-lık veya akrabalık yakınlığından dolayı yaşlılık
ve benzer sebebler için iyilik, ikram ve hürmet maksadı ile ayağa kalkılır.
Gösteriş için ve insanı büyültmek için yapılmaz. İlk devir ve sonraki devir
müslümanların uygulamaları hep bizim bu seçtiğimiz usul üzere olagelmiştir. Ben
bu konu üzerinde bir risale yaptım. Orada hadisleri, eserleri ve anlattığım
hususlara delâlet eden önceki devir âlimlerinin sözlerini işlerini topladım.
Bunlara aykırı düşenleri kitabda gösterdim ve onlara cevabı da açıkladım. Bu
hususta zorluğa ve şübheye düşen ve bu risaleyi incelemek isteyen kimse
umarım, ki, müşkülâtım giderir, inşaallah
Tealâ. En iyisini Allah bilir.
Salih olan kimseleri, kardeşleri,
komşuları, arkadaşları ve akrabayı ziyaret etmek ve onlara ikramda bulunmak,
iyilik etmek ve ilgi göstermek müstahab işlerin en kuvvetlilerindendir. bu
ziyaretin usulü de insanların durumlarına, mevkilerine ve boş zamanlarına göre
değişir. Bu gibileri insanın ziyaret etmesi, hoşlarına gitmeyecek şekilde ve
razı olmayacakları bir zamanda olmamalıdır. Bu konuda hadisler ve nakiller
meşhurdur ve çoktur. Müslim'in Sahih'inde rivayet ettiğimiz en
güzellerindendir:
683- Ebû
Hüreyre'den (Radıyallahu Anh) rivayet edildiğine göre Peygamber Sallallahu
Aleyhi ve Seliem şöyle anlattı: "Bir adam, başka bir köyde olan kardeşini
ziyaret etti. Bunun üzerine Allah Tealâ onun yolu üzerine koruyup gözetleyici
bir melek görevlendirdi. Melek adama gidince sordu: Nereye gidiyorsun? Adam: Şu
köyde olan kardeşime gitmek istiyorum, dedi. Melek: Adamın sana iyiliğinden
dolayı senin ona bir borcun mu var? Adam dedi ki: Hayır, sadece ben ûnu Allah
Tealâ'nın rızası için sevdim. Melek dedi: Ben, sen o adamı Allah İçin sevdiğin
gibi, Allah'ın da seni sevdiğini bildirmek üzere Allah'ın sana gönderdiği
elçisiyim."[81]
684- Ebû Hüreyre'den (Radıyallahu
Anh) yapılan rivayetde demiştir ki, Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Seflem şöyle
buyurdu: "Kim bir hastayı ziyaret ederse, yahut Allah Tealâ için bir kardeşini
ziyaret ederse, bir mü-nadi şöyle diye ona seslenir: Hoş ettin, yürüdüğün yol
(boyunca sevabın) hoş oldu. Cennette de bir ev hazırlamış oldun."[82]
İnsanın salih bir arkadaşından
kendisini ziyaret etmesini ve ziyaretini çok yapmasını istemesi
müstahabdır.
685- İbni
Abbas'dan (Radıyallahu Anhüma) rivayet edilmiştir. O demiştir ki, Peygamber
Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Bizi ziyaret ettiğinden daha fazla,
bizi ziyaret etmeden seni engelleyen nedir? (Neden bizi daha çok ziyaret
etmiyorsun? Peygamber bunu Cibril Aley-hisselâm'a söylemesi üzerine) şu âyet
indi:"
"Biz senin Kabbinin emri olmadıkça
inmeyiz. Önümüzde ve arkamızda olanlar ve bunlar arasında bulunanlar (her şeyin
mülkiyet ve tasarrufu) hep O'nundur."[83]
Aksırana Duâ Etmek Ve Esnemenin
Hükmü
686-Ebû
Hüreyre'den rivayet edilmiştir. O da, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den
şöyle dediğini anlatmıştır: "Allah Tealâ aksırmayı sever (ondan razı olur).
Esnemeyi hoş görmez. Sizden biriniz aksırır da Allah Teaîâ'ya hamd ederse, onu
işiten her müslüman üzerine ona şöyle duâ etmek bir borç olur: "Yerhamükeîlâh"
(Allah sana merhamet etsin). Esnemeye gelince, o Şeytandandır. Sizden biriniz
esnediği zaman, gücü yeterince onu geri çevirsin. Çünkü sizden biriniz esneyince
Şeytan ona güler."[84]
Derim ki âlimler şöyle ifade
etmişlerdir: Aksırmayı gerektiren sebeb iyi bir şeydir. O da besin hafifliğinden
ve yük ağırlığının azlığından ileri gelen vücud hafifliğidir. Bu da iyi bir
haldır ki şehveti zayıflatır ve ibâdeti kolaylaştırır. Esnemek bunun zıddıdır.
Allah en iyisini bilir.
687- Ebû
Hüreyre'den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir. O da Peygamber Sallallahu
Aleyhi ve Sellem'den şöyîe dediğini anlatmıştır: "Sizden biriniz aksırdiği
zaman,
"Elhamdülillah"
"Allah'a hamd olsun" desin.
Kardeşi yahut arkadaşı da ona:
"Yerhamukellâhu"
"Allah sana merhamet etsin",
desin. Kardeşi ona yerhamukellâh deyince, sksıran:
"Yehdîkümullâhu ve yuslıhu
bâteküm" "Allah size hidâyet etsin ve halinizi düzeltsin", desin."[85]
688- Enes'den
(Radıyallahu Anh) yapılan rivayetde şöyle demiştir: "Peygamber Sallallahu
Aleyhi ve Sellem'in yanında iki adam aksırdı. Peygamber (s.a.v) bunlardan birine
karşılık verdi (teşmit yaptı), diğerine teşmit yapmadı. Bunun üzerine
peygamberini teşmit yapmadığı kimse dedi ki, falanca aksırdı da ona teşmit
yaptın., ben aksırdım da bana teşmit yapmadın? Peygamber (s.a.v): Bu adam Allah
Teaîâ'ya hamd etti. Sen ise Allah Teaîâ'ya hamd etmedin, buyurdu."[86]
689- Ebû Musa
El-Eş'arî'den rivayet edilmiştir. (Radıyallahu Anh) o demiştir
ki,
Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve
Sellem'in şöyle buyurduğunu işittim: "Sizden biriniz aksırır da Allah Tealâ'ya
hamd ederse, ona teşmit yapınız. Eğer Allah'a hamd etmezse, ona teşmit
yapmayınız, (Yerhamukel-lâh, demeyiniz).[87]
690-
El-Berâ'dan (Radiyallahu Anh) rivayet edilmiştir. O şöyle demiştir: "Resûlüllah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem bize yedi şeyi emretti ve yedi şeyi bize yasakladı.
Hastayı ziyareti, cenaze arkasında yürümeyi, aksira-na teşmit yapmayı, davetçiye
icabet etmeyi, selâma karşılık vermeyi, haksızlığa uğrayana yardım etmeyi ve
yeminde durmayı (yemini bozmamayı) bize emretti."[88]
691- Ebû
Hüreyre'den (Radıyallahu Anhu) rivayet edilmiştir. O da Peygamber Sallallahu
Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurduğunu anlatmıştır: "Müslümanın müslüman üzerine
hakkı beştir: Selâmı cevablamak, hastayı ziyaret etmek, cenazeler arkasında
yürümek, davete icab etmek ve aksırana teşmit yapmak."[89]
Müslim'in diğer bir rivayeti
şöyledir: "Müslümanın müslüman üzerindeki hakkı altıdır: Onunla karşılaşıinca
ona selâm ver, seni davet ettiği zaman icabet et, senden öğüt istediği zaman ona
öğüt ver, aksırır da Allah Tealâ'ya hamd ederse ona teşmit yap, hastalanınca
onu ziyaret et ve ölünce cenazesini takip et."
Aksıran kimsenin aksırması
arkasıhda ELHAMDÜ LİLLAH demesinin müstahab olduğunda âlimler ittifak
etmişlerdir. Elhamdü lillahi Rab-bilalemin, derse daha güzel olur. Elhamdü
Iillâhi alâ külli hâl, derse daha faziletli olur.
692- Sahih bir
isnadla Ebû Hüreysre'den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir. O da Peygamber
Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurduğunu anlatmıştır: "Sizden biriniz
aksırdığı zaman, ELHAMDÜ LİLLÂHİ ALA KÜLLİ HÂL, desin. Kardeşi yahut arkadaşı
da: Yerhamukellah, desin. Buna karşılık olarak aksıran: Yehdîkümullahu ve
yuslihu bâleküm (Allah size hidâyet versin ve halinizv düzeltsin, der.)"[90]
693- İbni
Ömer'den (Radıyallahu Anhüma) rivayet edilmiştir ki: "Bir adam İbni Ömer'in
yanında aksırdı da: Elhamdü lillah vesselâmu alâ Re-sûlillah, dedi. İbni Ömer
ona şöyle dedi: Ben de, Elhamdü lillah vesselâmu Alâ Resûliüahi, derim. Fakat
Resûlüllah Sallaîlahu Aleyhi ve Sellem'in bize öğrettiği böyle değildir. Bize
şöyle demeyi öğretti: Elhamdü Iillahî alâ külli hâl."[91]
Derim ki: Aksırma arkasında hamd
sözünü duyan herkesin ona Yerhamukellah, yahut Yerhamukümullâh, yahut
Rahirnekümullâh, demesi müstahab olur. Bundan sonra aksıranm şöyle demesi de
müstahabdır: Yeh-dîkumullâhu ve Yuslihu bâleküm, yahut Yeğfirullâhu lenâ ve
leküm.
694- İmâmı
Mâlik'ten rivayet edilmiştir. O da Nafi'den, Nafi'de İbni Ömer'den (Radıyallahu
Anhüma) rivayet ettiğine göre, İbni Ömer şöyle dedi: "Sizden biriniz aksırır da
ona YERHAMUKELLAH denilirse, o da şöyle der:
"Yerhamunallâhu ve iyyâküm ve
yağfirullâhu lenâ ve leküm (Allah bize ve size merhamet etsin. Allah bizi ve
sizi bağışlasın).
Bütün bunlar sünnettir, bunlarda
vacib yoktur. Âlimlerimiz şöyle demiştir: Teşmit denilen YERHAMUKELLAH sözünü
söylemek sünneti ki-fayedir. Meclisde bulunanlardan biri bunu söylerse, hepsi
için yeterli olur. Fakat faziletli olan, bunu mevcudlarm tümünün söylemesidir.
Çünkü daha önce yazdığımız Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in: "Aksıranm
hamd sözünü işiten her müslüman üzerine YERHAMUKELLAH demek bir borçtur." sözü
vardır. Bizim bu anlattığımız Şafi'i mezhebinin görüşü olan teşmitin müstahab
oluşudur. Mâliki âlimleri bunun vacib olduğunda ayrılığa düşmüşlerdir. Kadî
\bdülvahhab bu teşmit sünnettir. Bizim mezhebimizde olduğu gibi, cemaat içinden
bir kişinin teşmiti yeterlidir demiştir.
İbni Müzeyn demiştir ki bütün
cemaatın teşmit yapması gereklidir. İbnu'l-Arabî El-Mâlikî de bunu
benimsemiştir.
Daha önce geçen hadisten dolayı,
aksıran hamd etmezse, ona teşmit yapılmaz. Hamdin, teşmitin ve buna cevab
vermenin en azı, yanındaki arkadaşı işitecek kadar sesi
yükseltmektir.
Aksıran adam Allah'a hamd sözünden
başka bir söz söylerse, teşmite hak kazanmaz:
695- Sahabî
olan Salim İbni Übeyd El-Eşca'i'den (Radıyallahu Tealâ Anh) yapılan rivayetde o
şöyle demiştir: "Biz Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanında idik. O
sırada cemaatten biri aksınp: Esselâmu Aley-küm, dedi. Bunun üzerine Peygamber
Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: Sana ve annene de selâm olsun (burada
selâmın gereği ne)! Sonra peygamber (s.a.v): Sizden biriniz aksırdığı zaman
Allah'a hamd etsin." dedi. Bundan sonra bazı hamd şekillerini anlattı ve dedi
ki, hamd edip aksıran kimsenin yanında bulunan, Yerhamukellâh, desin. Aksıran da
onlara cevab olarak: Yeğfirullâhu lenâ ve leküm, desin."[92]
Namazda iken aksfran kimsenin,
kendine işittirecek bir sesle Elhamdü Lillâh, demesi bizim Şafi'i mezhebinde
müstahabdır. Mâliki âlimleri için üç görüş vardır. Birincisi bu bizim
görüşümüzdür. İbni Arabî bunu seçmiştir. İkincisi, içinden hamd eder. Üçüncüsü
Sahnun'un söylediğidir ki, ne aşikâre hamd eder, ne de
içinden...
Aksırmaya gelince, sünnet olan
elini yahut mendilini ağzına koymak ve sesi alçaltmaktir:
696- Ebû
Hüreyre'den (RadiyaHahu Anh) yapılan rivayetde o şöyle demiştir: Resûlüllah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem aksırdığı zaman elbisesini, yahut benzer bir şeyi
ağzı üzerine kordu. Aksırma sesini alçaltır yahut kısardı." Ravi bu son iki
lâfızda şübhe etmiştir. Tirmizî der ki, bu hadis sahilidir.[93]
697- Abdullah
İbni Zübeyr'den (Radıyallahu Anhüma) yapılan rivayetde demiştir ki, Resûlüllah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu; "Aziz ve yüce olan Allah Esneme ve
aksırmada ses yükseltmeyi hoş görmez. "[94]
698- Ümmü
Seleme'den yapılan rivayetde (Radıyallahu Anha) o şöyle demiştir: "Resûlüllah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle dediğini işittim: Yüksek sesle esnemek ve
şiddetli aksırmak Şeytandandır."'[95]
Bir insanın aksırması arka arkaya
devam ederse sünnet olan üçe varıncaya kadar ona Teşmit
etmektir:
699- Seleme
İbni'l-Ekvâ'dan (Radıyallahu Anh) yapılan rivayete göre, o Peygamber Sallallahu
Aleyhi ve Sellem'den dinledi: "Bir adam Peygamberin yanında aksırdı. Peygamber
ona: Yerhamukellâh, dedi. Sonra bir daha aksırınca, Resûlüllah Sallallahu Aleyhi
ve Sellem onun için dedi ki, adam nezlelidir. "Bu söz, Müslim'in rivayetidir.
Amma Ebû Dâvud ve Tirmizî rivayetlerinde demişlerdir ki, Seleme anlattı: "Bir
adam Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanında aksırdı, ben de
bulunuyordum. Bunun üzerine Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem,
YERHAMUKELLÂH, dedi. Sonra ikinci defa yahut üçüncü defa aksırdı. Bunun üzerine
Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, YERHAMUKELLÂH, bu nezleli bir adamdır.
"[96]
700- Sahabî
olan UbeyduIIah İbni Rifâ'adan (Radıyallahu Anh) yapılan rivayetde demiştir ki,
Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Üç kez aksırana teşmit
yapılır, (ona Yerhamukellâh, denilir). Eğer ziyade yaparsa, dilersen teşmit
yaparsın, dilersen yapmazsın.[97]
701- Ebû
Hüreyre'den rivayet edilmiştir. Hadisin isnadında halini araştırmadığım bir
adam vardır. Hadisin geri kalan isnadı sahihtir. Ebû Hü-reyre demiştir ki:
Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurduğunu işittim: "Sizden
biriniz aksırınca, yanında oturan ona teşmit yapsın, Üçten fazla aksırırsa o
kimse nezledir. Üçten sonra teşmit yapılmaz. (Yerhamukellâh, denmez).”[98]
Bu konuda âlimler ihtilâf
etmişlerdir: Mâliki olan İbnu'l Ârâbî şöyle demiştir: İkinci aksırışında adama,
sen nezlelisin, denilir, görüşü vardır. Üçüncüde ona denilir, dördüncüde (sen
nezlelisin) denilir şeklinde değişik görüşler vardır. Doğru olan üçüncüde
söylenmesidir. böyle (sen nezlelisin) denmesinin manası, bundan sonra sen
teşmit yapılacak kimse değilsin, demektir. Çünkü sende olan bu hal nezleden ve
hastalıktandır. Aksırmadaki hafiflikten değildir.
Eğer denilirse: Hastalık sebebiyle
aksırma olursa, ona duâ ve teşmit yapmak uygun olur. Çünkü hasta olan, hasta
olmayandan duaya daha fazla hak sahibidir. Neden buna teşmit yapılmasın? Bunun
cevabı: Ona duâ etmek müstahabdır. Fakat meşru olan aksırma duasından başka bir
duâ yapılır. Müslümanın müslümana afiyet, selâmet ve benzeri duâ yapması teşmit
kısmından değildir.
Bir kimse aksırır da Allah
Tealâ'ya hamd etmezse, daha önce anlattığımız gibi ona teşmit yapılmaz. Eğer
Allah Tealâ'ya hamd etse de insan bunu işitmezse yine ona teşmit
yapılmaz.
Aksiranın yanında bir topluluk
olur da onlardan bir kısmı aksıranın hamdini duyar bir kısmı duymazsa, işitenler
ona teşmit yapar, başkaları değil. Doğru kabul edilen
budur.
İbnu'l-Ârâbî, hamdi işitmcyenler
hakkında bir muhalefeti anlatmıştır: Arkadaşlarının teşmitini işitince, hamdi
işitmeyen de teşmit yapar; çünkü başkasının teşmit yapmasıyla adamın aksırma ve
hamd halini bilmiş olur. Bu görüşe karşı olarak denmiştir ki, hamdi
itişmeyenler, bu durumda da teşmit yapmazlar. Çünkü aslen hamdi
işitmemişlerdir.
Bil ki, aslen bir adam hamd
etmeyince, yanında bulunan kimsenin hamdi hatırlatması müstahab olur. Doğru
kabul edilen budur.
Hattâbî'nin Sünen'inde bunun
benzerini, büyük İmam İbrahim El-Nehâ'i'den rivayet ettik. Bu insanı uyarma işi,
nasihat, iyiliği emretme, iyilik ve takva üzere yardımlaşma bölümüne
girer.
İbnu'l-Ârâbî demiştir ki, uyarmayı
yapmaz. Bunu yapmayı cehalete ve hata işlemeye yormuştur. Doğru olan bizim
anlattığımız uyarma işinin müstahab olduğudur. Muvaffakiyet
Allah'dandır.
(Bir Yahudi
Aksırınca)
702- Ebû Musa
El-Eş'arî'den (Radıyaîlahu Anh) yapılan rivayete göre şöyle
demiştir:
Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve
Sellem'in yanında aksırışırlardi. Bununla peygamberin kendilerine,
Yerhamukümullâh, demesini umarlardı. Peygamber de (onlara) derdi: Allah size
hidâyet versin ve halinizi düzeltsin."[99]
703- Ebû
Hüreyre'den (Radıyaîlahu Anh) rivayet edilmiştir. O demiştir ki, Resûlüllah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Kim bir olay anlatır da o sırada
aksırırsa, o doğrudur.[100]
Bir insan esnediği zaman, daha
önce anlattığımız hadisten dolayı, onu gücü yeterince geri çevirmesi sünnettir.
Müslim'in Sahih'inde rivayet ettiğimiz gibi, elini ağzı üzerine koyması da
sünnettir.
704- Ebû Saîd
El-Hudrî'den rivayete göre, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle
dediğini anlatmıştır: "Sizden biriniz esnediği zaman eli ile ağzı üzerini
tutsun. Çünkü Şeytan girer."[101]
Derim ki, esneme namazda yahut
namaz dışında olsa hüküm birdir, eli ağız üzerine koymak müstahab olur. Ancak
esneme ve benzeri bir gerek olmadığı zaman eli ağıza koymak, namaz kılan için
mekruhtur. En doğrusunu Allah bilir.
İnsanı
Övmek
Bil ki, insanı iyi halleri ile
medhetmek ve övmek bazen yüzüne karşı olur, bazan da gıyabında olur. İnsanı
gıyabında övmeye gelince, öven kimse taşkınlık yapmamak ve yalana girmemek şartı
ile, bunda engel yoktur. Yalan şekli ile övmek ise haramdır. Haram oluş övmekten
değil, yalan söylemekten dolayıdır. Bir gerek duyulduğu zaman ve bir bozukluğa
se-beb olmadığı içinde yalan olmayan böyle bir övgü müstahabdır. Övülene
ulaşması halinde onu fitneye düşüren ve benzeri bozuk maksad taşıyan medihler
olmamalıdır.
Övülenin yüzüne karşı yapılan
medhe gelince, bunun hakkında mubah ve müstahabı gerektiren hadisler
nakledildiği gibi, bundan kaçınmayı gerektiren hadisler de nakledilmiştir.
Âlimler demiştir ki, bu hadislerin hük-münü bir araya toplayıp şöyle denilir:
Eğer yüzüne karşı övülende kâmil bir iman, tam bir anlayış, nefis terbiyesi ve
fitneye düşmeyecek şekilde . tam bir seziş varsa ve buna aldanmazsa, nefsi de
bundan hoşlanmazsa, bu haram değildir, mekruh da değildir. Bu hallerden birinin
bulunmasından korkuluyorsa, onu yüzüne karşı övmek şiddetle mekruh
olur.
705- Mikdâd'dan (Radıyallahu Anh) şöyle
anlatılmıştır:
"Bir adam Hazreti Osman'ı
(Radıyailahu Anh) övmeye durdu. Mik-_dad maksadlı olarak dizleri üzerine çöktü
de övenin yüzüne serpmek üzere kumlar avuçlamaya başladı. Osman Mıkdad'a dedi
ki, ne yapıyorsun? Bunun üzerine Mıkdad dedi: Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve
Sellem buyurdu: Övücüleri gördüğünüz zaman yüzlerine toprak serpin, (onlara
değer vermeyin)."[102]
706- Ebû Musa
El-Eş'arî'den (Radıyallahu Anh) yapılan rivayete göre şöyle demiştir: "Peygamber
Sallallahu Aleyhi ve Seliem, bir adamın bir adamı övdüğünü ve övgüde ileri
gittiğini işitti. Bunun üzerine: Helak ettiniz yahut adamın belini kırdınız."
buyurdu.[103]
707- Ebû
Bekre'den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir: "Bir adam Peygamber Sallallahu
Aleyhi ve Sellem'in yanında anıldı, bir adamda onu hayırla övdü. Bunun üzerine
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle dedi: Yazık ettin! (Aşırı derecede
övmekle, yahut övgün ona gidip de onun gururlanmasına sebebiyet vermekle)
arkadaşının boynunu kırdın.-Peyamber bu sözü tekrarlıyordu. -Sizden biriniz
çaresiz övecekse, öveceği şekilde olduğunu bildiği takdirde, "onun şöyle, şöyle
olduğunu sanırım" desin.. Onu olduğu gibi bilen ve hesaba çekecek olan
Aîlah'dır. insan Allah'a karşı hiç kimseyi temize çıkarmasın."[104]
Övmenin mubah olduğuna dair
hadisler çoktur, burada bir araya toplanmaları mümkün değildir. Ancak bunlardan
bir kısmına işaret ediyoruz:
708- Peygamber
Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in Sahih olan hadisde Ebû Bekir'e (Radıyallahu Anh)
olan şu sözü bu övme kısmındadır:
"(Mağarada iki kişi kaldık.
Düşmanın ayak seslerini işitiyorsun) İki kişiyi ne sanıyorsun? Allah onların
üçüncüsüdür. (Onun için biz hepsinden güçlüyüz)[105]
Diğer bir hadisde de (Ebû Bekir'e)
"Sen, büyüklük taslayarak elbiselerini sürtenlerden değilsin."
buyurmuştur.
Diğer bir hadisde de: "Ey Ebû
Bekir, ağlama! Arkadaşlığında ve malında benim için insanların en güvenileni
Ebû Bekir'dir. Eğer ümmetimden bir dost edineydim, Ebû Bekir'i dost edinirdim."
buyurmuştur.
Başka bir hadisde:"Umuyorum ki sen
onlardansın. (Cennet'e girmek için bütün kapılarından davet edileceklerdensin)"
buyurdu.
Başka bir hadisde de "Ona izin ver
ve onu Cennetle müjdele. (Ebû Bekir'e izin ver ve onu Cennet'le müjdele.)
buyurmuştur.
Başka bir hadisde: "Ey Uhud dağı!
(Sarsılma) dur. Zira senin üzerinde bir peygamber, bir Sıddîk (Ebû Bekir) ve
(gelecekte şehid olacak) iki şehid (Ömer ile Osman) vardır."
dedi:
Yine Resûlüllah Sallallahu Aleyhi
ve Sellem: "Cennete girdim ve bir köşk gördüm. Sordum, bu kimindir? Ömer'indir,
dediler. Oraya girmek istedim, fakat kıskanırsın hatırıma
geldi.
Bunun üzerine Ömer (Radıyallahu
Anh): Anam-babam sana feda olsun, yâ Resûlellah! Sana kiskanırmıyım?
dedi."
Başka bir hadisde: "Ey Ömer!
Koyulduğun herhangi bir yolda Şeytan sana karşı çıkmışsa, muhakkak senin
yolundan başka bir yola sapmış olur, (senden kaçar)."
Diğer bir hadisde: "(İçeri girmesi
için) Osman'a kapıyı aç ve onu Cennetle müjdele."
buyurmuştur.
Başka bir hadisde Ali'ye: "Sen
bendensin, ben de sendenim (soyumuz ve inancımız birdir),
dedi."
Diğer bir hadisde yine Ali'ye:
"Harun'un Musa'ya olan yakınlığı gibi, senin benimle beraber olmana razı
olmazmısın? Buyurdu."
Başka bir hadisde Bilâle:
"Ayaklarının tıkırtısını Cennet'de işittim, dedi."
Başka bir hadisde Ubeyy İbni
Kâb'a: "İlim sende bereketli olsun, ey Münzir'in babası!
buyurdu."
Diğer bir hadisde de Abdullah İbni
Selâm'a: "Sen ölünceye kadar İslâm üzere bulunacaksın,
buyurdu."
Başka bir hadisde Ensar'dan bir
sahâbiye: "(Sen ve hanımın yemek yemeyip müsafirinize ikramda bulunduğunuz
için) Allah sizin işinize güldü yahut taaccüb etti (sizden razı oldu),
dedi.
Başka bir hadisde Ensar'a:
"İnsanlar içinde bana en sevimli sizlersiniz," buyurdu.
Diğer bir hadisde de Abdü'1-Kays
kabilesinin başında bulunana: "Sizde iki haslet (huy) vardır ki, onları Allah
Tealâ ve O'nun peygamberi sever: Onlar, yumuşak huy ile vakardır, buyurdu. "[106]
Sahih hadisler arasında bütün bu
işaret ettiklerim meşhurdur. Onun için bunların kaynaklarını göstermedim. Yüze
karşı Peygamber Sallalla-hu Aleyhi ve Sellem'in övmesine dair benzeri hadisler
çoktur. Allah onlardan razı olsun, Ashab, tabiin ve bunlardan sonra gelen ve
kendilerine uyulan imam ve âlimlerin övmesine gelince, bunlar sayılamayacak
kadar çoktur. En iyisini Allah bilir.
Ebu Hamid El-Gazalî İhya kitabının
Zekât bölümü sonunda şöyle demiştir: Bir insan sadaka verdiği zaman, onu alan
bakmalıdır: Eğer sadakayı veren adam teşekkür edilmesini seviyor ve onun
insanlara duyurulmasını istiyorsa, sadakayı alanın işi gizli tutması uygun
olur. Çünkü hakkını ödemesi onu zulme götürmeye sebeb olmamalıdır. Adamın
teşekkür istemesi bir zulümdür. (Yaptığı iş Allah için olmaz, nefsine yazık
etmiş sayılır.) Eğer sadakayı alan, verenin halinden teşekkürü sevmediğini ve
yayılmasını istemediğini bilirse, ona teşekkür eder ve sadakasını
açıklar.
Allah kendisine rahmet etsin,
Süfyan El-Sevrî şöyle demiştir: Kendini bilen kimseye insanların övmesi zarar
vermez.
Ebu Hamid El-Gazalî, bu bölümün
başında geçen sözü anlattıktan sonra şöyle demiştir: Bu manaların inceliklerini
düşünmek, kalbini gözetleyene gereklidir. Çünkü azaların yaptığı işler, bu
inceliklerin ihmali ile olursa, çok yorulma ve az faydalanma bakımından şeytan
için bir gülme demektir. Bu ilmin hali öyle bir şeydir ki, onun hakkında
denilir: Bundan bir mes'ele Öğrenmek, bir sene (nafile) ibâdet etmekten daha
faziletlidir. Çünkü bu ilim sebebiyle ömür boyu ibâdet sağlığa kavuşur. Bu ilmi
bilmemekle de ömür boyu yapılan ibâdet ölür ve boşa çıkar. Başarı ancak Allah1 m
yardımı iledir.
İnsanın Kendini Övmesi Ve İyiliklerini
Anlatması
Allah Tealâ "Nefislerinizi temize
çıkarmayın."[107]
Bil ki, insanın kendi iyiliklerini
anlatması iki kısımdır: Sevilmeyen ve sevilen, öğünmek için, arkadaşları üzerine
üstünlüğü göstermek ve benzeri haller için yapılan iyilikleri anma, sevilmeyen
ve kötülenen şeydir. Makbul olanı ise, dinî bir maslahata bağlı olanıdır. Bu da
iyiliği emredici, kötülükten ahkoyucu olmakla, öğüt verici olmakla yapılır,
yahut gerekli bir işi göstermek, yahut öğretmek, yahut terbiye vermek, yahut
nasihat vermek için, yahut uyarmak için, yahut iki kimsenin arasını düzeltmek
için, yahut kendinden bir kötülüğü savmak için, yahut benzeri şeyler için
yapılan övme ve iyilikleri anlatmalardır ki, bunlar makbuldür. İnsan bu
maksadlarla kendi sözünün daha iyi kabul edileceğini ve anlattıklarına daha çok
güvenileceğini niyet ederek iyiliklerini anlatır. Yahut der ki, benim dediğim bu
söz, öyle bir sözdür ki, onu benden başkasında bulamazsınız, bunu ezberleyin
gibi sözler söyler, yahut bunun benzeri söz söyler. Bu konuda bu mana üzerinde
sayılamayacak kadar deliller gelmiştir:
709- Peygamber
Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şu sözü gibi:
"Ben Peygamberim, yalan yoktur.
Ben Âdem evlâdının efendisiyim. Kendisine ilk arz açılacak kimseyim. Ben Allah'ı
en iyi bileniniz ve takvası en çok olanmızım. Ben Rabbimin yanında
(himayesinde) gecelerim." Buna benzer rivayetler çoktur.
Yusuf Aleyhisselâm da (Mısır
Melikine):
"Mısır arazisinin hazineleri
üzerine beni görevli kıl. Ben, koruyan ve bilen kimseyim." dedi.[108]
Şuayb Aleyhisselâm
dedi:
"Beni İnşaallah sâlihlerden
bulacaksın."[109]
Osman (evinde aleyhtarları
tarafından) kuşatıldığı zaman, (Radıyalla-hu Anh) şu sözleri
söylemişti:
Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve
Sellem'in şöyle buyurduğunu bilmiyor musunuz?: "(Tebük savaşının sıcak ve kurak
günlerinde sefere çıkan) o zor günlerin ordusunu kim teçhiz ederse, ona cennet
vardır. Ben o askerleri teçhiz ettim. Bi İm i yormuş un uz ki, Resûlüllah
Sallallahu Aleyhi ve Sel-Iem: (Medine'deki) Rûme kuyusunu kazana Cennet vardır.
Ben de onu kazmıştım (ve sebil yapmıştım)? Peygamberin dediği sözde onu
doğrula-ym, buyurmuştur. "[110]
710- Sa'd İbni
Ebi Vakkas'dan (Radıyallahu Anh) yapılan rivayetde, Küfe halkı kendisini Ömer
İbni Hattab (Radıyallahu Anh) Hazretlerine şikâyet ettikleri zaman ve güzel
namaz kıldırmıyor, dediklerinde, Sa'd şu cevabı vermişti: Vallahi ben, Allah
Tealâ yolunda ilk ok atan Arablar'-dan bir adamım. Biz Resûlüllah Sallallahu
Aleyhi ve Sellem ile savaşanlardık..."[111]
711- Hazreti
Ali'den (Radıyallahu Anh) yapılan rivayetde o şöyle demiştir: "Tohumlan
çatlatıp bitiren ve nefisleri yaratan hakkı için, Peygamber benim hakkımda söz
verdi ki, beni ancak mü'min sever ve bana ancak münafık buğz eder."[112]
712- Ebû
Vâil'den yapılan rivayetde şöyle anlatmıştır: İbni Mes'ud (Ra-dıyallahu Anh)
bize hutbe okuyup şöyle dedi: "Vallahi ben, Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve
Sellem'in ağzından yetmiş küsur sûre aldım. Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve
Sellem'in ashabı da bilmişlerdir ki, ben Allah Tealâ'nın kitabını onlardan daha
iyi bilenim. Bununla beraber ben onların en hayırlısı değilim. Eğer Denden daha
bilgili bir kimseyi hileydim (ondan ilim almak için) sefere çıkardım."[113]
713- İbni
Abbas'dan (Radıyallahu Anhüma) yapılan rivayete göre, kendisine, yürümeyen bir
deveye çare bulmaktan soruldu, bunun üzerine (çare1 isteyen adama): Tam bilgi
verecek kimseye düştün, (Bu konu da seni ancak ben aydınlatırım.) dedi...[114]
Buna benzer örnekler çoktur, hepsi anlatılamaz.
Bu şekilde olan övünmelerin hepsi
anlattığımız maksadlara bağlı olarak caizdir. Başarı
Allah'dandır.
Önceki Konu İle İlgili
Meseleler
Mes'ele: Seni çağıran bir adama,
emrindeyim ve yardimmdayım yahut sadece emrindeyim demek müstahabdır. Yine bir
kimseye merhaba denince yahut ona bir iyilik yapılınca, yahut adamda güzel bir
iş görünce, "Allah seni korusun" ve "seni hayırla mükâfatlandırsın' şeklinde ve
buna benzer söz söylemek müstahabdır. Bunun delilleri sahih hadislerden çok
vardır ve meşhurdur.
Mes'ele: Amelde takvada yahut bu
gibi halleri bulunan bir kimseye: "Allah beni sana feda kılsın", yahut
"anam-babam sana feda olsun" ve bunun gibi sözler söylemekte sakınca yoktur.
Bununda delilleri sahih olan hadislerde çoktur, meşhurdur. Kısaltmak için onları
söylemedim.
Mes'ele: Bir kadının yabancı bir
erkekle konuşması caiz olan alış-veriş ve bunlar dışındaki yerlerde onlarla
konuşmaya muhtaç kaldığı zaman sözünü ciddi ve sert yapması gerekir. Kendisine
erkeğin meyli olmasın diye yumuşak söz söylemez.
Âlimlerimizden İmam Ebu'l-Hasan
El-Vahidî, El-Basît adlı kitabında şöyle demiştir: Âlimlerimiz demiştir ki,
kadın zariftir, yabancılarla konuştuğu zaman ciddi konuşsun. Çünkü böyle
davranmak, kalbi fitneye düşürmekten daha çok uzaklaştırır. Yine hısımlık yolu
ile haram olanlarla da böyle yapmalıdır. Görülmüyor mu ki, bu vasiyete bağlı
olarak devamlılık üzere insanlara haram olan mü'minlerin anneleri (Peygamberin
zevceleri) hakkında şöyle buyurmuştur:
"Ey Peygamber hanımları! Siz diğer
kadınlardan biri gibi değilsiniz. Eğer takva sahibi olmak istiyorsanız, (yabancı
erkeklere karşı) yumuşak söz söylemeyin. O takdirde kalbinde bir bozukluk olan
umuda düşer."
Ben derim ki, kadının sesini sert
söylemesine dair El-Vâhidî'nin anlattığını yine âlimlerimiz söylemiştir. Şeyh
İbrahim E1-Mervezî de âlimlerimizden olmakla şöyle demiştir: Kadının erkeğe
karşı ciddî konuşmasının yolu, avucunun dışı ile ağızını örtüp böylece erkeğe
cevab vermesidir. En iyisini Allah bilir.
Bu konuda El-Vâhidî'nin söylediği,
hısımlık bakımından haram olan yabancı gibi aynen haramdır sözü zayıftır. Onun
muhalefeti de âlimlerimiz arasında meşhurdur. Çünkü onların akraba yakınlığı
gibi mahrem olmaları, beraber bulunma ve bakma cevazı bakımındandır. Sihriyat ve
hısımlık hususu ve bu yönden kan akrabası gibidir. Mü'minlerin annelerine
gelince, onlar sadece nikâh edilememek yönünden ve onlara hürmet etmek farz
olduğundan anneler gibidirler. Bundan dolayıdır ki, Kızlarını nikahlamak helâl
olmuştur. (Fakat insan neseben annesinin kızını nikâh-layamaz, kız kardeşi
olur.) En iyisini Allah bilir.
[1] Kur'anı Kerim, Nûr süresi:61
[2] Nisa Siiresi:86
[3] Kur'anı Kerim: Nûr Süresi: 27
[4] Kur'an, Kerim: Nür Süresi:
59
[6] Buhârî. Müslim. Ebû Dâvud.
[10] Dârimî. Tirmizî. İbni Mâce. Ahmed b. Hatibe!.
Taberâni.
[14] Dârimî. Ebû Dâvud. Tirmizî.
[34] Müslim. Buhâri.
[43] Ebû Dâvud. Tirmizî. Nesâî. Buhârî, el-Edebül-Müfred.
Hakim. Nesâî, amelül-yevmi velleyli. Ahmed b. Hanbel.
[58] Ebû Dâvud
[65] Ebû Dâvud.
[69] Buhârî. Tirmizî.
[73] İbni Mâce. Tîrmizî. (Tirmizî, bu hadis
hasendir.)
[74] Muvatta'. (Derim ki bu hadis
mürseldir.)
[93] Ebû Dâvud. Tirmizî.
[96] Müslim. Ebû Dâvud. Tİrmizî. İbni Mâce. Nesâî. (Tirmizî
demiştir ki, bu hadis şahindir, hasendir.)
[97] Ebû Dâvud. Tirmizî. (Bu, zayıf hadistir. Tirmizî bu
hadîs için garibdir ve isnadı meçhuldür, demiştir.)
[99] Ebû Dâviid. Tirmizî. Nesâî. fi i yevmi-velleyleti. Ahmed
b. Hanbel. (Tirmizî demişîir ki, bu sahih ve hasen bir hadistir.
[108] Kur'an-ı Kerim, Yûsuf Süresi;
55
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.